Cadi Kralice.jpg

YDE 59: Cadı Kraliçe 2

  • 13 Şubat 2025 15:59:05
  • 0
  • 5
  • 0

Cadı Kraliçe herkese baktıktan sonra bakışları Lilith’in üzerinde durdu.

Lilith, kuruyan boğazı yüzünden zorlukla yutkundu ve kısık bir sesle “Beşinci seviye mi?” diye ürkekçe sordu. Hala Adam’ı korumaya kararlı olsa da eskisi kadar kendine güvenemiyordu. Artık karşısında sadece tehlikeli değil, tüm bilgisini aşan yüce bir varlık olduğunu anlamıştı.

“Yanlış…” dedi. Cadı Kraliçe. “Ben bilinen beş seviyeyi çoktan aştım. Yeryüzünde bilinmeyen bir seviye olan altıncı seviyeye, ‘asa ruhuyla tamamen kaynaşma’ aşamasına ulaştım. Ama bu uzun devirler önceydi. Kendi ruhum asamın ruhunu çoktan yutup tüketti. Şimdi hangi aşamada olduğumu ben bile bilmiyorum…”

“Bu….” Üç ruhpan da duyduklarına inanamıyordu. Pan asaları bir ruhpanın sahip olduğu fazladan bir uzuv gibiydi. Vazgeçilmezdi. Ruhpan ne kadar güçlüyse pan asası da o kadar güçlenebilen kutsal bir eserdi. Her şeyden önce pan asaları, Ulu Pan’dan birer hediyeydi. Ona zarar vermek düşünülemez bir şeydi.

Cadı Kraliçe onların tepkilerini bekliyordu. “Bana neden Cadı Kraliçe dendiğini sanıyorsunuz. Cadılık, doğduğum devirde yarattığım bir yoldu. Bu yolu izleyenler ruhpanlıktan tamamen vazgeçer, artık Pan’a itaat etmezler, kendi güçleriyle, kendi çıkarları için yaşarlar. Kutsallıkları, kendi içlerinden gelir. Büyük Şeytan Pan’dan değil!”

“Hatta bir cadı olmanın ilk şartı pan asasından vazgeçmektir. Çünkü siz Pan’dan vazgeçtiğiniz anda bu küçük yılanlar sizi hemen terk edecektir, hatta sizi öldürmeye çalışacaktır. Bu noktada ya pan yılanının başını kendiniz ezersiniz ya da onu saf iradenizle bastırıp, kontrol etmeye devam edersiniz. İkincisi çok daha zordur…”

Lilith ve diğer ruhpanlar duydukları karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Cadılık terimini bile ilk kez duyuyorlardı. Ruhpanlık doğdukları anda üzerlerine yapışan bir şeydi. Bir ruhpan olarak seçildikten sonra geri dönüş yoktu.

Ayrıca Cadı Kraliçe gibi olağanüstü bir varlıkla neden karşılaştıklarını ve neden onlara bu kadar çok şey anlattığı konusunda daha da kafaları karışmıştı. Adam için miydi? Adam kimdi? Sadece bir Kutsal Çocuk değil mi? Evet annesi bir ruhpan olduğu için özel bir statüsü vardı. Ama Kutsal Çocuklar o kadar da nadir olmamalıydı değil mi?

“Tüm bunları bildiğinize göre bana karşı çıkmakla nasıl bir günah işlediğinizi biliyorsunuz değil mi?” dedi Cadı Kraliçe. Gülümsüyor olsa da gözlerinde en ufak merhamet yoktu. Elini çevirdi ve üç gizemli ruh tekrar görünür ejderhalara dönüştü. “Şimdi ölebilirsiniz!”

Ejderhaların saldırmak üzere olduğunu gören Adam, düşünmeden tekrar öne çıktı: “Dur! Onları bağışla!”

Adam üç muhteşem yaratığın önünde korkusuzca durdu. Dehşet verici güçlerini hissedebiliyordu. Onların önünde küçük bir toz zerresi gibi zorlukla ayakta duruyordu.

Cadı Kraliçenin hareket eden eli durakladı, “Onları kurtarmak mı istiyorsun?” diye sordu.

“Evet,” diye cevap verdi Adam. Akıl almaz güçlere sahip olsa da sadece güzel bir kadına benzeyen varlığın gözlerine bakarak.

“Bu kolay,” dedi Cadı Kraliçe. Elinde sıradan bir çakıl taşı belirdi. “Bu taşı benden kabul etmeye cesaretin var mı?”

“Ee, evet!” bu taşın ne olduğu hakkında hiç bir fikri olmayan Adam’ın, evet demekten başka çaresi yoktu.

“Pekala!”

Taş bir anda cadının elinden fırladığı gibi Adam’a atılan bir ışık huzmesine dönüştü. Adam tam da sıradan bir taşla öldürüleceğini düşünüp, gözlerini kapatmıştı ki taş karnını delip geçti.

‘Üç ejderha tarafından öldürülseydim daha masalsı olmaz mıydı!’ Adam’ın son düşüncesi olmuştu. Ama sonrasında hiç acı hissetmediğini fark etti. Hemen gözlerini açtı ve bedenini inceledi. Karnında bırakın kanlı bir deliği, kıyafetleri bile zarar görmemişti. Sıradan görünümlü taş öylece içine girdi ve iz bırakmadan kayboldu.

“Bu…” Adam Cadı Kraliçe’ye şaşkınlıkla baktı. “Bu da neydi? Sen kimsin, bana ney yaptın?”

“Hehehe…” Cadı Kraliçe, Adam ile konuşurken eski cilveli tavrına tekrar dönmüştü. Bir anda olduğu yerden kayboldu ve hemen Adam’ın burnunun dibinde tekrar belirdi. Bu sefer o kadar yakındı ki, Adam onun nefesini yüzünde hissedebiliyordu.

Bu kadar yaklaştıklarında devran sanki dönmeyi bırakmış gibiydi. Cadı Kraliçe daha da yaklaştı ve ipeksi dudaklarını Adam’ınkine bastırdı.

“Bu!!!” Herkes şaşkına dönmüştü! Özellikle Adam’ın kendisi! Bu kadar güçlü ve esrarengiz bir varlık onu neden öpüyordu!

“Hehe!” Cadı Kraliçe küçük bir kız gibi kıkırdarken arkasını döndü ve hemen Adam’dan uzaklaştı. Sanki istediğini almış küçük bir çocuk gibi davranıyordu. “Benim kim olduğumu sormadan önce, kendinin kim olduğunu öğrenmelisin. O zaman benim kim olduğumu da bileceksin…” dedi ve tekrar havaya yükseldi. Ayrılmak üzere gibi görünüyordu.

Adam cesaretini topladı ve arkasından bağırdı: “Dur! Bana bir açıklama borçlusun!”

Canı burnunda olan diğerleri Adam’ın söylediklerini duyunca tekrar paniklediler.

Adam’a en yakın olan Tekeş daha fazla dayanamadı ve “Dur artık Adam! Öpücüğünü aldın işte çok açgözlü değil misin? Açıklama falan istiyorsun!” diye onu dürterek uyarmaya çalıştı. Bırak gitsin işte der gibi bir yüz ifadesi vardı.

Zebil, “Piç!” diye bir küfür savurmadan edemedi.

“Bizi öldürtmeden durmayacak bu…”

Diğerleri de homurdanmaya başlamıştı. Özellikle Cadı Kraliçe havada durduğunda, yürekleri ağzına gelmişti.

Cadı Kraliçe’nin ifadesi buz gibiydi. Yeraltı Diyarının kasvetli havası bile birkaç derece düşmüş gibiydi.

Adam’a döndü ve “Sana hiç bir şey borçlu değilim. Zira sen tam olarak o değilsin. Sadece bir gölge! O olup olmadığını devran döndükçe anlayacağız…” dedi.

Bunları söyledikten sonra ayrılacaktı ki bir şeyler hatırlamış gibi geri döndü. “Senden faydalandım. Bunun karşılığını vereyim ki sana borçlu kalmayayım. Zira Cadı Kraliçe kimseye borçlu kalmaz,” dedi. İki eliyle tuhaf bir el hareketi yaptı ve hala havada asılı duran üç elementel ejderha hızla Adam’a doğru hücum etti.

Yaklaşırken küçüldüler ve elinde tuttuğu gümüş mızrağın içine girerek kayboldular. Şimdi mızrağın üzerinde, bu ejderhalara benzeyen fazladan çizimler vardı.

Cadı Kraliçe daha fazla açıklama yapmadı. Geldiği gibi, bir patlama sesiyle uzaklara uçtu ve yeraltının alacakaranlık havasında kayboldu.

Herkes onun tamamen gittiğini düşünüp rahatladığında, Adam’ın kulaklarında onun sesi yankılandı. Bu sesi sadece o duyuyormuş gibi görünüyordu.

“Sana verdiğim taşa ‘İnsanlık Tohumu’ denir. Bu devirdeki efendisi sensin. onu çatlatıp büyütmek senin elinde…”

“Ve eğer bunu başaramazsan, onu hayatınla birlikte geri almaya geleceğim… Hehehe, hoşça kal aşkım!”

‘İnsanlık Tohumu…’ Adam içinden bu ismi düşündü. Cadı Kraliçe’nin insanın içini gıdıklayan garip kahkahası hala kulaklarındayken, ‘Yine İnsanlar!’ diye hayıflandı.

Doğduğundan beri Lanetli Irk ile ciddi bir ilişkisi var gibi görünüyordu.

Parti, sonrasında büyük bir rahatlama ve kafa karışıklığı ile orada bir süre kaldı. Herkesin farklı düşünceleri vardı. Bazıları sadece büyük bir beladan kurtulduğunu düşünüyordu. Diğerleri o kadar basit olmadığını düşünüyordu. Şüphesiz bütün gözler Adam’ın üzerindeydi.

Lilith, “Sana ne verdi?” diye sordu. Sesinde ciddi bir öfke gizliydi. Bu öfkenin Adam’a karşımı yoksa giden Cadı Kraliçe’ye mi karşı olduğu belirsizdi. Muhtemelen ikisine de öfkeliydi.

Adam sadece omuz silkti. Yalan söylemek istemiyordu ama gerçekte çok ta bir şey bildiği söylenemezdi. Sadece diğerlerinin önünde insanlardan bahsetmeye henüz hazır değildi.

En sonunda “Hadi gidelim…” dedi. “Yeraltı Diyarında yeterince kaldık. Artık yukarı dönme zamanı…”

Parti ilginç bir şekilde geri dönüş yolunda hiç sorun yaşamadı. Cadı Kraliçe tekrar ortaya çıkmadı. Hatta jinler bile onlardan uzak duruyor gibiydi. İşte böyle, kimseyle karşılaşmadan diyar kapısından geçtiler ve tekrar Göçük Şehire döndüler.

Hala güzel bir heykel olan Zebani’nin yanından saygıyla geçip, goblin yuvasına ulaştılar. Esirlerle birlikte, uzun zaman önce ayrıldıkları kendi mağaralarına ulaştılar.

Mağaralarda yeni bir dönem başlamak üzereydi…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset