Karanlığın yutucu kolları, çaresiz bir şekilde etrafını sarmıştı. Ruhu, gölgelerin derinliklerinde kaybolmuş gibiydi; geçmişin acı dolu anılarıyla boğuşurken, umutsuzluğun karanlık örtüsüyle örülmüş bir labirentin içinde sıkışıp kalmıştı. Yıldızların solgun ışığı, zihninin karanlık köşelerine hüzünle sızarken, içindeki çaresizlik ateşiyle birlikte yüreğini yakıyordu. Geçmişin karanlık gölgeleri, her adımında onu tutsak ediyor, her hatıra kırbaç gibi acıtıyordu. Umutsuzluk, karanlığın soğuk nefesini ensesinde hissettirirken, geleceğin belirsizliği korkunun zehri gibi damarlarında dolaşıyordu. O, karanlığın içinde kaybolmuş bir ruh olarak, varoluşun anlamını sorguluyor, yıldızların sessiz şahitliğinde kendi yokluğunu bulmaya çalışıyordu.
Sessizliğin ardından birlikte Bohem Pastanesi’ne geri döndük. İçeri adım attığımızda, sıcaklığın ve tatlıların kokusu bizi sarıp sardı. Masamıza oturup garsondan iki çay söyledik. Çaylarımızı yudumlarken Adam, sessizliği bir an için keserek, “Mesaj iki gün önce bana da geldi, emniyete gittim ama hiçbir şey çıkmadı,” dedi, sesindeki hüzün belirginleşirken. İçim şaşkınlıkla çalkalandı, her bir yıldızın parıltısı, bu karanlık sırrın yankısını taşıyordu. “Tekrardan at kullanan telefonların konumu sadece burayı gösteriyor, ben de buraya geldim,” diye ekledim umutsuzca etrafıma bakarken. Adam, sessizce başını salladı, “Ben de buraya geldim,” diye tekrarladı, karanlığın içinde kaybolmuş bir ses gibi.
Derin bir nefes aldım ve başımdan geçen tüm olayları anlatmaya başladım. Dinleyen Ekrem’in yüzündeki şaşkınlığı gördüm ve ona nazikçe baktım. “Bu arada ismini soramadım, ismin ne?” diye sorduğunda gülümsedi ve cevapladı. “Memnun oldum, Ekrem ismim.” Bu sırada, paradoksun gizemli dansını düşünerek, hayatın karmaşıklığını ve beklenmedik dönüşlerini anlamaya çalışıyordum.
Çantamdan çıkardığım kalem ve kağıda numaramı yazdım. Sonra, kağıdı Ekrem’in önüne koyarak şöyle dedim: “Bir daha benzer şeyler olursa lütfen beni ara.” Ekrem, numarayı aldı ve gülümseyerek başını salladı. Aramızdaki sessizlik, anlayış ve karşılıklı güvenle doldu.
Ekrem’e gülümsedim ve ardından arabama doğru ilerledim. Hızlı adımlarla aracıma binip direksiyonun başına geçtim. Gözlerim kararlılıkla yola odaklanırken, hastaneye doğru yola çıktım. Yolda, içimde huzursuzluk ve endişeyle dolarken, umutla birlikte yüreğimdeki çarpıntıyı hissediyordum. Her geçen an, hedefe bir adım daha yaklaşıyordum.
Odaya adım attığımda önce kendime bir kahve yapmayı tercih ettim. Kahve fincanımı alıp sıcaklığı avuçlarımda hissettim. İçimin ısınmasıyla birlikte, zihnimi ve bedenimi toplamak için gereken enerjiyi buldum. Kahvemi yudumladıktan sonra hastaların rutin kontrollerini yapmak üzere harekete geçtim. Sonrasında, Adem’in odasına gitmek için hazırlıklarımı tamamladım ve adım adım ilerlemeye başladım.
Adem’in odasına adım attığımda derin bir nefes aldım. İçeri girdiğimde, Adem belirli bir noktaya odaklanmış gibi görünüyordu. Bir an için onu izledim ve sonra gözlerimi ona çevirdim. İkimizin de gözlerindeki anlam dolu bakışlar, sessiz bir iletişim kurmuş gibiydi.
“Adem, selam,” dedim ve sonra ekledim, “Sana göstermem gereken bir şey var.” Mesajı Adem’e doğru uzattım, içimde hafif bir tedirginlik ve merakla dolarken, onun tepkisini bekledim.
Adem’in gözleri şaşkınlıkla açıldı ve kekeleyerek, “Kainat, uzak durman gerekiyor,” dedi. Sözleriyle birlikte yüzünde endişe ve kararsızlık beliriyordu. Onun tepkisi karşısında şaşkınlıkla geri çekildim ve sessizce beklemeye başladım.
Adem’in uyarısının ardından içimde bir karmaşa oluştu. Gözlerimdeki şaşkınlık yerini endişeye bıraktı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ve sonra cesaretimi toplayarak sordum, “Neden uzak durmam gerekiyor?” Ardından içimden bir sürü soru fışkırdı: “Tüm bunlar nereden geliyor? Ne oluyor? Ben neyim? Sen neyin nesiydin?”
Adem, elini başına getirerek stresle dolu bir şekilde sürekli tekrarladı: “Sana anlatacağım, uzatma, sana anlatacağım, dedim.” Bu sözlerle yüzündeki endişe ve kararsızlık daha da belirginleşti. Bu durum karşısında içimdeki endişe ve merak daha da arttı.
Adem, daha sonra aniden bağırarak, “Kainat, çık dışarı, çık dışarı!” diye haykırdı. Nefes almakta zorlanıyordu, yüzü kızarmış ve endişe doluydu. Hemen ardından, panikle acil durum düğmesine bastım, içeriye hemşireleri davet ederek yardım istedim. O an yaşanan karmaşa ve panik havası içinde, ben de derhal odadan çıkıp dışarıya yönlendim.
İçeri giren hemşireler ve doktor Deniz’in hızlı müdahalesiyle, içeride panik ve kargaşa hakimdi. Adem’in çığlıklarıyla dolu odada, herkesin yüzünde endişe ve telaş belirgin şekilde okunuyordu. Ben kapının arasından Adem’e bakarken, derin nefes almaya çalışıyor ve yarattığı bu durumun getirdiği endişeyi yüreğimde hissediyordum.
Hızla odama doğru ilerledim ve kapıyı ardımdan kapattım. Birkaç dakika sonra, Dr. Deniz gergin bir şekilde içeri girdi. Ciddi bir ifadeyle bana baktı ve sitemle, “Artık bu hastadan uzak dur, Kainat. Senin özel ilgin onu daha kötü bir hale getiriyor.” dedi. Bu sözlerle birlikte içimde bir karışıklık ve üzüntü hissettim.
–
Eve vardığımda yorgunlukla dolu bedenimi rahatlatmak için oturma odasına geçtim. Raflarda duran eski albümlere göz attım. Eski aile fotoğraflarını karıştırırken, her bir karedeki yüzlerle tanıdık bir bağ kurmaya çalıştım, ancak ne yazık ki hiçbir anıyı hatırlayamadım. İçimde bir boşluk hissettim, geçmişte yaşadığım anıların izlerini bulamamak beni derinden etkiliyordu. “We Say Goodbye” adlı şarkı duygusal bir hava katarak arka planda çalmaya başladı. Müziğin hüzünlü melodisi eşliğinde, sessizlik içinde kendi iç dünyama daldım, geçmişte kaybolmuş anılarımı aramaya devam ettim, umutla geçmişe dair izleri bulmayı umut ederken, içimdeki sessizlik gitgide derinleşiyordu.
Balkona çıktığımda, elindeki fotoğrafları bıraktım. Ardından, küçük masama defterimi ve kalemi koyarak oturdum. Şehrin gürültüsüne, kargaşasına daldım. Gözlerim, uzaklara dalmışken, kalemi elime alıp deftere bir şeyler yazmaya başladım. Şehrin hayat dolu atmosferi içinde, iç dünyamdaki karmaşaya bir nebze olsun sükunet bulmaya çalışıyordum.
“Geçmişin hüznü, yüreğimi sarar yumuşacık,
Anılar dalgalandıkça içimde bir fırtına kıpırtısı.
Gözyaşlarım, her hatırayla birlikte coşar, çağlayarak yükselir,
Geçmişin acısı, içimi paramparça eder, yüreğimi delip geçer.
Zamanın sularında kaybolmuş anılarım,
Birer hayalet gibi ruhumun etrafını sarmış, karanlıkta yitip gitmiş.
Her hatıra, bir zamanlar yaşanan bir masal,
Geçmişin izleri, yüreğimde bıraktığı derin yaralarla avaz avaz feryat eder.
Gözlerim, geçmişin bulutlu gökyüzünde dolaşır,
Ruhum, eski anılarla sarılı, hüzünle titrer durur.
Geçmişin yükü, omuzlarıma iner, beni yerin dibine çeker,
Acının ağırlığı, yüreğimde feryat eder, yaralarıma dokunur.
Ama yine de, geçmişin gölgesinden kaçamam,
Anılar, ruhumun en kuytu köşelerine kadar sokulmuş bir hançer gibi.
Ve belki de, bu acılarla yüzleşmek,
Beni daha da insan kılar, içimdeki duyguları alevlendirir.”
Deftere yazdıklarımdan sonra, gözlerim dolu dolu oldu. Derin bir nefes alıp, içimi dökmeye çalıştım. Üzüntüyle ve hafif fısıldar gibi, “İşte insan kaç yaşında olursa olsun, anne babaya her zaman ihtiyaç duyuyor,” diye fısıldadım. Bu sözlerle birlikte içimdeki boşluk daha da belirginleşti. Gözlerimden süzülen yaşlar, yüreğimdeki acıyı yansıttı. Derin nefes almaya çalıştım, ama yüreğimdeki ağırlık kolayca dağılmadı.
Kapının sesine kulak verdiğimde içimde hafif bir heyecan belirdi. Kapıyı açmak için adımlarımı attığımda, karşımda Doktor Deniz’i gördüm. Mahcup bir şekilde elinde çiçeklerle duruyordu. “Özür dilerim,” dedi, sesi biraz titreyerek. Gülümseyerek içeri davet ettim ve elindeki çiçekleri aldım.
Elindeki çiçekleri vazoya koyarken olan biteni Doktor Deniz’e anlattım. Deniz, yüzündeki şaşkın ifadeyle ve soru işaretleriyle, “Nasıl oluyor bu ya, yok artık,” dedi ve hafifçe sitem etti. İçimdeki huzursuzluk biraz daha arttı, ancak ona durumu açıklamaya çalıştım ve anlayışla karşılamasını umdum.
Bana döndüğünde sakin bir ses tonuyla devam etti. “Kainat, senden sonra Adem’in odasına tekrardan gittiğim. Beni gördüğünde anlamsız bir şekilde tetiklenmeye başladı. Bir sürü sakinleştiriciye rağmen, gözleri kan kırmızısı gibiydi. Karşıma da dikildi ve bana senden uzak durmam gerektiğini söyledi.”
Duyduklarıma şaşırdım. İçimden geçen tek şey, “Ne demek oluyor bu ya?” oldu. Beklenmedik gelişmeler karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim.
Dönüp Doktor Deniz’e bakarak, “Sen ne dedin bu durum karşısında?” diye sordum. Deniz gülerek, “Durmayacağım, Fıstık gibi bir doktoru kaçıramam.” dedi. Bu cevap karşısında daha da şaşırdım.
Deniz, şaşırdığımı anlayınca, şaka yaparak gülümsedi ve “Şaka şaka,” dedi. Tepki vermeden dışarı çıktım. Bu beklenmedik cevap karşısında bir an için şaşkınlıkla donakaldım, sonra sadece hafif bir tebessümle başımı salladım.