O anda çevresi sessizliğe büründü. Sayısız göz onun üzerindeydi.
Fang Yuan kendi kendine gülerek ‘Gittikçe daha heyecanlı hale geliyor.’ diye düşündü. Diğerlerinin bakışları altında nehri geçerek karşı kıyıya ulaştı.
Üzerindeki artan basıncı hissedebiliyordu. Bu basınç, çiçek denizinin derinliklerindeki ruh pınarından geliyordu. Ruh pınarları çok miktarda ilkel öz üretiyordu. Kısacası ilkel öz burada çok zengin olduğu için basınca neden oluyordu.
Ancak Fang Yuan’ın ayaklarının altındaki çiçeklerden hızlıca küçük ışıklar yükseldi. Bu ışık noktaları nihayetinde ona girmeden önce tüm vücudunu sardı.
’Bu Umut Gu.’ diye düşündü Fang Yuan. Akademi Yaşlısı bunu onlara söylememişti ama kendisi bunu çok net bir şekilde biliyordu. Her ışık noktası, Umut Gu olarak bilinen bir Gu türüydü.
…
En eski efsanelerden biri, Umut Gu hakkında bazı şeyler anlatır. Efsaneye göre, dünya yeni oluştuğunda sadece vahşi bir çölden ibaretmiş. Yeryüzünde yürüyen vahşi hayvanlar arasında ilk insan ortaya çıkmıştı. Bu insan Ren Zu ¹ olarak bilinir, çiğ et yer, kan içer ve zorlu bir hayat geçirirdi.
Özellikle bir grup vahşi canavar vardı ki bunlara “Çıkmaz” denirdi. Bu vahşi canavarlar Ren Zu’nun tadına bayılır ve hep onu yemeyi arzularlardı.
Ren Zu ne dağ kadar sağlam bir vücuda ne de vahşi bir canavarın keskin pençe ve dişlerine sahipti. Çıkmazlarla nasıl savaşabilirdi? Yiyecek kaynağı istikrarsızdı ve bütün gün saklanmak zorunda kalıyordu. Besin zincirinin en altında bulunup zar zor hayatta kalabiliyordu.
O anda, üç Gu onun yanına geldi ve şöyle dedi: “Yaşamını bize sunduğun sürece, seni bu zorluktan kurtaracağız.” Ren Zu’nun yapacak bir şeyi yoktu, bu durumda yalnızca üç Gu’nun anlaşmasını kabul edebilirdi.
İlk önce aralarındaki en büyük olan Gu’ya, Güç Gu’ya, gençliğini verdi. Bunun karşılığında Güç Gu ona gücünden bahşetti.
Güçle birlikte Ren Zu’nun hayatı değişmeye başladı. Artık istikrarlı bir yiyecek kaynağına sahip olup kendini koruyabiliyordu. Cesur ve acımasızca savaşarak ve birçok Çıkmazı yendi. Ancak kısa süre sonra yenildi ve sonunda gücün her şey olmadığını anladı. Bu gücün iyileştirilmesi ve geliştirilmesi gerekiyordu, boşa harcanması değil. Büyük bir Çıkmaz grubuyla karşı karşıya kaldığında gücünün çok yetersiz kalmasından bahsetmiyorum bile.
Bu ders üzerine acı acı düşündü Ren Zu. Sonucunda orta yaşlarını aralarındaki en güzel Gu’ya vermeyi seçti, Bilgelik Gu’ya. Ve böylece seçtiği ikinci gu ona bilgelik bahşetti.
Bilgelik sayesinde Ren Zu, düşünmeyi ve kendini sorgulamayı öğrendi. Bununla birlikte deneyimler kazanmaya başladı. Birçok durumda bilgeliğini kullanmanın gücünü kullanmaktan daha etkili olduğunu fark etti. Bilgelik ve Güç’ü kullanarak daha önce yapamadığı bir sürü hedefini tamamladı, sayısız Çıkmazı öldürdü. Onların etinden yiyip kanından içti, tüm azmiyle hayata tutundu.
Ancak güzel şeyler uzun sürmezdi. Artık Ren Zu yaşlı bir adamdı ve gün geçtikçe daha da yaşlanıyordu. Bunun sebebi güç ve bilgelik kazanmak için gençliğini ve orta yaşlarını bu Gu’lara vermiş olmasıydı. Bir insan yaşlandıkça vücudu hantallaşır ve düşünceleri yavaşlardı.
“İnsan, artık bize verebileceğin hiçbir şey kalmamış.” dedi Güç ve Bilgelik Gu bunu fark ettiklerinde. Böylece onu terk ettiler.
Bilgeliğini ve gücünü kaybeden Ren Zu’nun etrafını geçmişte olduğu gibi yine Çıkmazlar çevirmişti. Artık yaşlanmıştı, koşamıyordu. Ağzındaki tüm dişler dökülmüştü, ne yabani meyveleri ne de bitki köklerini çiğneyemiyordu.
Etrafı Çıkmazlarla çevrili halde yere düştüğünde kalbi çaresizlikle doluydu. Tam o anda üçüncü Gu ona seslendi: “İnsan, beni kabul et. Çıkmazlardan kaçmana yardım edeceğim.”
Ren Zu gözlerinden akan yaşlarla cevapladı, “Bana bak Gu, hiçbir şeyim kalmadı. Güç ve Bilgelik beni terk etti. Geriye kalan tek şeyim, yaşlılığım! Gençliğim ve orta yaşlarım kadar değerli olmasa da, bunu sana verirsem hayatım hemen sona erer. Şu anda etrafım Çıkmazlarla çevrili olsa da, hemen ölmeyeceğim. Bir saniye bile olsa biraz daha uzun yaşamak istiyorum. Bu yüzden git, sana verecek hiçbir şeyim yok.”
Ama Gu gitmek yerine konuştu: “Üçümüz arasındaki en az şey isteyen benim İnsan. Eğer bana kalbini verirsen, bu yeterli olacaktır.“
“O zaman sana kalbimi vereceğim,” dedi Ren Zu. “Ama Gu, karşılığında bana ne verebilirsin ki? Bu durumda, Güç ve Bilgelik Gu geri dönse bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez.”
Güç Gu ile kıyaslandığında bu Gu küçük görünüyordu, sadece ufak bir ışık topuydu. Bilgelik Gu ile kıyaslandığında ise sadece sönük, beyaz bir ışığı vardı; hiçbir şekilde güzel sayılmazdı.
Ancak Ren Zu ona kalbini verdiğinde, aniden Gu’dan sonsuz bir ışık yayıldı. Sonsuz ışığın içinde kalan Çıkmazlar bir anda dehşetle çığlık atmaya başladılar.
“Bu Umut Gu! Kaçın! Biz Çıkmazlar en çok umuttan korkarız!”
Çıkmazlar aniden etrafa kaçıştılar. Bu olay karşısında Ren Zu’nun nutku tutulmuştu, o günden sonra ne zaman bir Çıkmazla karşılaşsa kalbini daima umuda teslim etti.
…
O anda, Umut Gu çoktan ışık akımlarına dönüşüp Fang Yuan’ın bedenine girmişti. Dışarıdan gelen basınç nedeniyle ışık akımları hızla karnında toplandı ve göbeğinin 6-7 santim altında kendiliğinden bir ışık topu oluşturdular.
Fang Yuan aniden baskının azaldığını hissetti ve ileri doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda, birbiri ardına Umut Gu’lar çiçek denizinden uçup bedenine giriyor, karnındaki ışık topuna katılıyordu. Işık topu giderek daha da parlaklaştı ama nehrin karşısındaki Akademi Yaşlısı kaşlarını çattı.
“Ortaya çıkan Umut Gu sayısı beklenenden kesinlikle daha az.” Karanlıkta Fang Yuan’ı izleyen birçok Yaşlı manzarayı gördüklerinde bunu düşündü. Klan lideri de olanlar karşısında kaşlarını çattı. Bu kesinlikle A sınıfı bir yeteneğin işareti değildi!!
Fang Yuan ruh pınarından gelen basınca dayanarak ilerlemeye devam etti. “10 adımın altında kültivasyon için yeteneği yok demektir. 10-20 adım D sınıfı yetenek anlamına gelir. 20-30 adım C sınıfı, 30-40 adım ise B sınıfı yetenek demektir. Ve 40-50 adım A sınıfı yetenek anlamına gelir. Şimdiye kadar 23 adım yürüdüm.”
24, 25, 26… 27.
Fang Yuan içinden saydı; 27. adımı attığında bir patlama sesi duydu, iki böbreğinin arasındaki ışık topu sınırına ulaştı ve aniden patladı.
Bu enerji patlaması yalnızca vücudunun içinde gerçekleşti; dışarıdan bakanlar bunu göremezdi. O dünyayı sarsan titremeyi yalnızca Fang Yuan hissedebiliyordu. Bir anda vücudundaki tüm tüyleri diken diken oldu, gözenekleri sıkıca kapandı, gergin zihni sınırına dayandı.
Kısa süre sonra, zihni boşaldı. Tüm vücudu sanki bulutların içine düşmüş gibi yumuşadı. Kalbi gevşedi, gözenekleri açıldı.
Bir anda tüm vücudu terlemeye başladı.
Süreç uzun gibi hissettirse de aslında kısa bir sürede gerçekleşmişti. Bu hisler, geldiği kadar hızlı bir şekilde kayboldu.
Fang Yuan, bir anlığına boşluğa düşse de kısa sürede kendine geldi. Dikkatini gizlice göbeğinin altına, iki böbreğinin arasına odakladı. Orada, havadan oluşmuş bir açıklık vardı.
Uyanış Töreni başarılı olmuştu!
Bu, ölümsüzlüğe giden yolda onun umuduydu!!