“Siz de nerden çıktınız!?”
Tam herkes Lilith’in zaferine sevinecekti ki, ogrenin kükreyen sesi herkesi ürpertti. Tüm bu zaman boyunca Gobumei’nin savaşması için kendini tutuyordu ama beşer ruhpanın yaptığı şey… bardağı taşırmıştı!
Devasa cüssesiyle orada titriyor, harekete geçmek için artık bekleyemez gibi görünüyordu. Bedeninden yayılmaya başlayan kütürdeme sesleri, metali bile dilimleyecek bıçak gibi pençelerle dolu yumruklarının sıkılması ve korkunç yüzünde soğuyan bakışları ile sabrının taştığı belliydi.
Kenardan izleyen Orkas, “İyi değil, patronu kızdırdılar!” dedi. “Bu ogrenin, son ruhpanına ne kadar değer verdiğini bilmiyorlar tabii. Başları şimdi belada!” diye düşündü. Beşerlerin işi bittikten sonra fazla kalamam. Cüceyi bir an önce alıp gitsem iyi olacak…
“Ne kadar utanmaz bir ruhpan! Aaaaahhh! Nerden geldiğinizi bilmiyorum ama…” Gork, tüm heybeti ve görkemiyle yaslandığı devasa savaş çekicini, bir çatırtı sesiyle beraber yerden kaldırdı. Cızırtı sesleri, hafifçe parlamaya başlayan çekicin kendisinden geliyordu. Çekicin etrafındaki zayıf elektrik akımları, onun özel bir tür silah olduğunu gösteriyordu.
“…madem buraya ölmeye geldiniz,” diye bağırdı. Çekiciyle Lilith’i işaret ederken. “Sen! Ruhpan olmaya layık değilsin! Önce seni öldürerek başlayacağım!”
“Hmph!” Lilith adil bir şekilde kazandığını düşündüğü için korkmadı. “Dış güçle kazanmamış olsam da yine de kendi gücümle kazandım!”
“Hala konuşmaya cesaretin var! Ruhpanımı incittiğine göre incinmeye hazır ol!”
“İyi değil!” Adam bağırdı ve koşmak istedi. Zira ogre çoktan harekete geçmişti. Gork, 4 metrelik devasa cüssesiyle bir kaç adımda Lilith’e ulaşabilir ve tek bir saldırıda onu et hamuru haline getirebilirdi.
“Hey, yakışıklı! ” Glory, uzun mızrağını Adam’ın önüne gerdi. “Seni daha yakından tanımak isterim!” diyerek onu durdurdu. “Hadi mızraklarımızı karşılaştıralım…”
“Eehh… Ben de tadına baksam iyi olur mu?” Gorat da kepçesiyle Adam’ın karşısına dikilirken, söyleyecek uygun bir bahane bulmakta zorlandı.
Bu sırada Adam’ın yanında duran Barbara, aniden ortadan kayboldu. Sonraki saniye ogrenin karşısına dikilmişti bile!
“Durrrr!” Barbara da aynı anda dev baltasıyla harekete geçti ve “Dur orada, rakibin benim!” derken, baltasını omuzladı.
“Hey! Beni de bekle!” diye Tekeş de hemen arkasından koştu. Başlangıçta üçe üç olan denge hızla bozulmuş ve şimdi geriye sadece Adam ve ona bakan iki açgözlü hobgoblin kalmıştı.
Ehh?… Adam hızla çok garip bir pozisyona itilmiş görünüyordu. Tek bir hobgoblinle bile zorlukla savaşabiliyordu, ki önünde duran ikili oldukça güçlü görünüyordu.
Gümmm!
Tam da kaçmak üzereydi ki, Gork ve Barbara’nın dev silahlarının havada çarpışma sesleriyle irkildi ve şok dalgalarıyla sendeledi. Sadece şok dalgalarıyla geri itilmişti. Bu seviyede bir savaşa katılmaya hazır olmadığı belliydi.
Puaa!
Barbara kan tükürerek geri itildi. Baltasını kavradığı ellerinde açılmalar vardı ve aralarından kan sızıyordu. Sadece buna bakarak bile ogrenin saldırısının arkasındaki dehşet verici güç görülebilirdi.
“Tch! Bir dişi beşer, beni engelleme cüret mi ediyor!” Gork, karşısına dikilen dişi beşere, öfkeyle baktı. “Çekil önümden ya da öl!”
“Hmph!” Barbara korkmadı ya da geri çekilmedi. “Zaten küçük goblinlerle savaşmak sıkılmıştım! Böylesi daha iyi!”
BoM! Bom! Güm!
Anında bir düzine çarpışma yaşandı. Ogre ağır ama istikrarlı adımlarla ilerlemeye devam ederken, Barbara her hamlede geri itildi. Ağzının kenarlarında epeyce kan birikmiş, elleri her darbe alışverişinde daha da uyuşmuştu.
“Ben de buradayım!”
Gork, yukarıdan aşağı tam bir darbe daha indirecekti ki, karşısına yuvarlak bir kalkan çıktı.
GÜÜÜMM!
“Ugh!” Tekeş’in, kalın bacakları darbeyle iki büklüm olurken, saldırıyı zorlukla engelledi. Kalkanı tuttuğu kolu, komple uyuşmuştu. “Ne güç!” diye mırıldandı kendi kendine. Sonra da zorlukla kalkıp, çekici itmeye çalıştı. “Ama savunmamı aşamadığın sürece işe yaramayacak olması üzücü…”
Kendisini engelleyen dişi beşeri öldürmek üzereyken, başka bir beşerin ortaya çıkmasına iyice öfkelenen Gork, “Bu tosbağa da nerden çıktı! Geber!” diye kükredi ve çekicini birbiri ardına indirmeye başladı. “Önce yıldırımlı çekicimle seni felç edeceğim!”
O sırada nefes alma fırsatı bulan Barbara, baltasını iki eliyle tuttu ve iç gücünü harekete geçirdi. Önce tüm bedenini zangır zangır titreten bir soğukluk aktı damarlarında. Sonra sıcaklık geldi. Kasları gerildi ve görüşü bulanıklaşıp sonra tekrar netleşti. Şimdi hiç olmadığı kadar keskinleşmişti. Hiç olmadığı kadar odaklanmış hissediyordu.
İç gücünü uyarmış ve bedeninin potansiyelini harekete geçirmek için zorlamıştı.
İç gücünü uyararak, bedeninde akan, ateş gibi enerjiyi hissetmeye çalıştı. Daha sonra “Tıss…” diye derin bir nefes aldı ve kendini sonuna kadar sıktı. Dişlerinin takırdamasından, yapmaya çalıştığı şeyin ne kadar zor olduğu görülebilirdi!
İç gücünü, tamamen iç güdüleri ve kişisel yeteneği sayesinde amatörce kullanmaya çalıştı ve tüm gücünü kollarına, ellerine ve bacaklarına yönlendirdi. Bacaklarında hafif bir parlama olurken, iki kolu ve elleri kızıl bir ışıkla parladı ve derisi kırmızı bir metal gibi sertleşti.
Bu iç gücün aktif olarak kullanılmasıydı! Bir taşkındı!
“Filiz aşamasına ulaştığımdan beri, bu yeni gücü denemek istiyordum,” diye mırıldandı. Güçlendikçe bedenimin her zerresinde; kemiklerimde, kaslarımda ve damarlarımda dolaşan bu enerjiyi fark etmeye başladım. Bedenim ne kadar güçlüyse bu enerjiyi o kadar yoğun, ne kadar yorgunsam o kadar az hissedebiliyorum. Bu bedenimin gücü, yaşam enerjim ya da bedensel enerjim olmalı…
Bedenin enerjisini savaşmak için kullanmanın anahtarı ise iç güçtü.
Bir tohum hayal ederek başladığı, içsel gücünü arttırma yolculuğu, tohumun çatlaması ve tomurcuk vermesiyle devam etmiş ve uzun zaman önce fidan aşamasına ulaşmıştı. Ancak o zaman, bedenindeki bu enerji potansiyelini fark etmeye başlamış ve her beşerin sahip olabileceği taşkın yeteneklerin sırrına dokunmuş olduğunu hissetti.
“Demek Zebil Adam’a saldırırken de böyle yapmıştı… ” diye düşündü önce. Sonra düşünceleri daha da eskilere gitti. Taa Adam’ın doğduğu güne…
O gün her şeyi sessizce izlemişti. Ruhpan Ayakız’ın alevden kanatları ve muhteşem gücü dikkatinin çoğunu çalsa da karşısına çıkan eski şefin güçleri de hala aklındaydı.
O gün eski şefin bedeninden dalga dalga bedensel enerjiler yükselmişti. Bu enerji, bedeninin etrafında ışıktan bir bariyer oluşturmuştu. Bu bariyeri örten aurası ise belli belirsiz bir canavar kükremesiyle beliren bir siluet ortaya çıkarmıştı. Bu bizim soyumuzun dayandığı Azman canavar olmalı, diye düşündü Barbara. Daha doğrusu, Alevli Azman Canavar olmalı…
Bu onun doğuştan gelen çeşitli yeteneklerini sergileyebileceği soy taşkınıydı. Sonrasında ise tek elli bir balta formunda taşkın çağırmış ve ruhpanla savaşmaya çalışmıştı.
Barbara, şişmiş damarlarına ve Azgın Alev kabilesinin isminde de geçen ‘alev’ gibi, parlayan kollarına baktığında anladı. Bedensel enerjisi, soyunun dayandığı alevli azmanlardan mirastı. Bu yüzden ateş niteliğinin ağır bastığı bir enerjiydi. Damarlarında hissettiği yakıcı güç ve yumruklarında beliren patlayıcı his, içerisindeki yoğun ateş elementlerinden kaynaklanıyordu.
Ruhpanlar ateşi dışarıda çağırırken, o bedeninin içinde çağırmıştı. Bu bir ‘taşkın’ ve ‘tezahür’ arasındaki en belirgin farktı. Beşerler güçlendikçe taşkın ve tezahür arasındaki fark azalırdı. Tek fark ise sabitti. O da taşkın bedenden yükselen bir dalga iken, tezahür, ruhtan açığa çıkan bir güçtü.
Ateş gücü, şimdi damarlarında akıyordu. Yumrukları vurduğu yeri eritecek sıcaktı. O bile bu kadar güçlü hissederken; eski şef, o zamanlar ne kadar güçlüydü?
Şef Yanlı’nın sergilediği yetenekler ve ortaya çıkardığı bedensel enerjiyi düşününce, iç gücü korkunç bir seviyeye ulaşmış olmalıydı!
Şimdi hatırlayınca, onun çok zayıf olduğunu düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum, o hiç de zayıf değildi. Hatta Taşkın becerilerini, tezahürlerden ayırt edilemeyecek şekilde kullanabildiği için çoktan, son aşama olan Meyve aşamasına ulaşmış güçlü bir savaşçı olmalıydı. Sadece rakibi, tamamen başka bir seviyede güçlü olduğu için çaresiz kalmıştı…
Barbara zihninde hızla akan düşüncelere bakmayı bıraktı ve gecenin karanlığında avına parlayan gözlerle bakan bir yırtıcı gibi Gork’a baktı. Sırayla, adım adım güçleneceğim ve bir daha kimsenin beni aşağılamasına izin vermeyeceğim!
“Artık kabilemizin soy gücünü uyandırdım. ‘Azgın Alev!’ taşkınımı pekiştirmek için senin gibi bir canavarı kullanacağım…”
Bir “Hmph!” sesiyle, soluklandığı yerden kalktı ve alev almış gibi görünen elleriyle dev baltasını kavradı. Bu silahı çok sevmişti. Taşkınımı akıtmak için bu silahı bir kalıp olarak kullanacağım, diye düşündü.
Çok geçmeden ellerindeki parıltı, tuttuğu baltaya doğur yayılmaya başladı ve tüm silahı kapladı. Silahını, iç gücünün kontrolü altında bedensel enerjisiyle kapladı. Bunu yaptığı anda minyatür bir baltanın şekil almaya başladığını zihninde gördü.
“Ugh!” Ardı arkası kesilmeyen darbelere dayanan Tekeş, son darbeyi alırken inledi ve mağdur edildiğini hissetti. Eee? Birileri bana yardım edebilir mi? Bu koca goblinle tek başıma savaştığımı fark etmediniz mi?
Mağdur hissetmekten kendini alamıyordu çünkü Barbara’ya yardıma koşmasına rağmen, yalnız bırakılmış gibiydi. Zira Barbara, arkasında kaldığı için onun ne tür bir değişim geçirdiğini göremiyordu. Ama çok geçmeden sesini duydu.
“Sana yoluma çıkma demedim mi Tekeş!”
Barbara bir anda arkasında belirdi. Uzun zaman geçmiş gibi hissediyordu ama işin aslı bir dakika bile geçmemişti.
GÜM!
Barbara, doğrudan ogreye saldırırken, ona bakmadı bile. Üstelik, sanki yoluna çıktığı için onu azarlıyor gibiydi.
“Ahh! Yine çiğnendim…” Bir yorgunluk dalgasıyla çöken Tekeş, Barbara’nın arkasından bakakaldı. “Bu da ne?”
Barbara’nın her zaman ateş gibi bir vücudu ve karakteri olabilirdi ama şimdi gerçekten yanıyor gibi kıpkırmızıydı. Bir tek kafasından çıkan dumanlar eksikti ama o da bedeninden yükselen buharla tamamlanıyordu. Çünkü bedeninin ısısı öyle bir artmıştı ki, teri anında buharlaşıyordu.
“Kyaa!” Barbara, parlayan bedeni ve baltasıyla Gork’a vurdu. Gork, bu sefer de eskiden olduğu sarsılmaz kaya gibi duygusuz duramadı. Geriye doğru en az on adım sendeledi. Ellerinin uyuşması sırası bu sefer ondaydı.
“Oh?” Gork bir anda güçlenen dişi beşere şaşkınlıkla baktı. “Demek bedensel enerjini kullanmayı öğrendin. Bu sizin soyunuzun gücü mü? İlginç, ilginç…”
“Şimdi benimle savaşacak güce zar zor sahipsin!” dedi Gork. “Ama sana kötü bir haberim var… Biz goblinler, tüm jinler gibi enerjimizi doğduğumuz andan itibaren kullanabiliriz.”
“Ughaaaarrrrrr!”
Gork, etrafına dehşet saçan bir kükreme kopardı ve en az bir kaç yüz kiloluk dev çekicini etrafında savurdu.
GÜM!
Bu sefer geri itilme sırası Barbara’daydı. Bu artık iki savaşçını savaşından çok, iki canavarın savaşı gibiydi.
“Beni de sayın!”
Bu sırada Tekeş’in de geride kalmaya hiç niyeti yoktu. Barbara itildiği anda devreye girdi ve Gork’un ardışık saldırılarından onu korudu. Barbara gururlu davrandığı için belli etmese de Tekeş’e minnettar olduğuna şüphe yoktu.
Bu şekilde bir kalkan, bir balta ileri geri giderek Gork’u tutmaya çalıştılar.
Arkaplan Görseli: JoWheeler