Lilith’in sesi, biraz dışgüç kullandığı için özellikle kutsal geliyordu. Herkes pür dikkat dinlerken, bu tehdidin ne olduğunu merak etti.
“Bu tehditten kurtulmamız şart. Kaçmak ya da görmezden gelmek bir seçenek değil…” dedi ve ekledi: “Savaşacağız!!!”
“Bunun içinse önce Ateş Dansı yapacağız ve Yüce Pan’ın kutsaması için yalvaracağız!” derken asasını bir kere daha yere vurdu ve durduğu yerin yanmaya başlamasına sebep oldu. Sonra da ellerini Adam’a uzatırken, “Ve bizi zafere götürmesi için bir savaşçı seçeceğiz…” dedi.
Herkes Ateş Dansı’nın ne demek olduğunu biliyordu. Eğer mağaradan çıkmıyorlarsa, savaşa gidiyorlar demekti.
Durumu çözenlerin hemen kanı kaynamaya başladı. Herkes iyi silahlara kavuşmuş ve özellikle şimdi güçlü hissederken, bir savaş tam da ihtiyacı oldukları şeydi.
Adam sakince oturduğu yerden kalktı ve herkesin onu gördüğünden emin oldu. Bedeni, gölün tabanından aldığı siyah çamurdan yaptığı savaş boyaları ile kaplıydı.
Lilith’in yükselttiği ateşte bir gedik açıldı ve Adam’ın ona katılmasına izin verdi.
Adam bir eliyle Lilith’in elini tutarken, diğerinde tuttuğu kesilmiş bir kafayı havayı kaldırdı. Gark’ın kafasıydı.
Adam, Gark’ın başını havaya kaldırdığında “Savaş!” diye bağırdı.
“Savaş!!!”
“Yaşasın!!”
“Savaşalım!!!”
Aralarındaki en zayıflardan biri olan Adam’ın düşmanın başıyla yaptığı gösteri, değerlinin coşkuya kapılıp tezahürata başlamasına neden oldu. Lilith’in onu seçmiş olması ise kabul görmesi için yeterliydi.
“Ahhhh!!” Adam, Gark’ın başını mızrağının ucuna geçirirken bağırdı ve etrafta sallamaya başladı. Bu diğerlerinin ateşini iyice körüklemek içindi.
“Adam!!!”
“Adam!!!”
“Adam!!!”
Herkes silahlarını çekti ve onun adını haykırırken, savaş naraları atmaya başladı.
Adam adını haykıran kalabalığa baktı ve dik durdu. Şimdilik her şeyi yanındaki kıza borçlu olduğunu bilse de nihayet kabul görmüş olmak iyi hissettirmişti. Bu an için uzun süredir bekliyordu. Şimdiye kadar hep dışlanmış, hor görülmüş ve dövülmüştü. Şimdi onun sırası gelmişti!
Demek böyle bir his… Adam coşkuyla adını haykıran kalabalığa baktı. Hepsi onun bir sonraki emriyle ölüme gidebilecekmiş gibi görünüyordu. İnsanları yönetme gücü…
Kalabalıkta sadece Zebil ve adamları, aynı coşkuyu paylaşmıyordu.
Zebil, herkesin önünde dik duran ve Lilith’in elini tutan Adam’a bakıyordu. Adam’ın şöhret karşsında tatmin olmuş, gururlu ifadesini görünce mırıldandı: “Demek sonunda sen de anladın ha…”
Otoritenin gücünü bir kere tadanlar bırakmakta zorlanırdı…
Bu zayıf piç, düşündüğünden daha yetenekleydi. Son saldırıdan sonra korkup bekleyeceğini düşünmüştü ama önce saldırmaya karar vermişti. Şimdi Adam’ı hafife aldığını iyice fark etmişti.
Sadece gerçek bir lider böyle düşünebilir… diye içinden geçirdi. Adam artık sadece güçlü değil, karar alabilen bir lider olduğunu kanıtlamıştı. Artık gerçek bir rakipti!
Demirderi, Çataldil ve Aman gibi yanında duran adamları, ne yapacağını bilmez halde kalmışlardı. Lilith’in tutuşturduğu alevden etkilenmemeleri mümkün değildi. Bu onların kanında vardı ama şimdilik Zebil’e olan korkuları ağır basıyordu. Sadece ona bakabilirlerdi.
“Ne bakıyorsunuz?” Zebil’in tavrı gayet normaldi. “Ruhpanımız Ateş Dansı yapacak!” derken ayaklandı ve kollarını kaldırarak hala ona bakanlara hitap etti. “Kalkın ve çılgınca eğlenin! Kadınlarınızla yarın yokmuş gibi çiftleşin! Ateşe atlayın ve Pan’ın kutsaması için yalvarın!” Gür sesi, tüm salonu inletiyordu. “Bugün istediğinizi yapın çünkü yarın ÖLDÜRECEĞİZ!”
Sonra bıçağını Adam’a doğrulttu ve “Kutsal Savaşçıyı takip edeceğiz!” diye ilan etti. Adam, yaklaşan savaşta önderlik etmesi için ruhpan tarafından seçildiği için Kutsal Savaşçı unvanına layıktı.
“HAA!!!”
“Yaşasın Şef Zebil!”
“Yaşasın Şef Adam!”
“Pan’a şükürler olsun!”
Adam, Zebil’in de katılıp destek vermesine şaşırmadı. Zira şu anki durumda elini zorladığı için başka çaresi yoktu. Eğer savaştan kaçarsa halk onu küçümserdi. Sadece Zebil’in onu Kutsal Savaşçı ilan etmesine şaşırdı.
Şimdi savaşa katılsa da tüm sorumluluğu Adam’a yıkmıştı. Eğer akın başarılı olursa iyiydi. Lakin başarısızlık, Adam’ı için kabul edilemez sonuçlar doğururdu…
Eğlenceden sonra…
Tüm kabile Lilith’in ateşi etrafında çılgınlar gibi eğlendikten sonra, şimdi herkes yığıldığı yerde uyuyakalmış gözüküyordu.
Neticede ateşin etrafında saatlerce dans etmişler; Lilith’in ilahileri ve savaş çığlıklarına eşlik etmişler, yemişler, içmişler ve sanki yarın yokmuşçasına çiftleşmişlerdi. Eşi olanlar eşleriyle, eşi olmayanlarsa yeni buldukları eşleriyle yakınlaşmıştı.
Sonuçta eş bulmak ve eğlenmek için Ateş Dansı gibi kutsal bir gelenekten daha iyi bir zaman yoktu. Özellikle de bu dans, önemli olayların arifesinde yapıldığı için durum böyleydi.
Hal böyle olunca, şimdi herkes bir yerlerde sızmış, dinlenmekle meşguldü. Kimin kimin üzerinde ya da altında yattığı belli değil, tam bir karmaşaydı. Herkes sanki olduğu yere yığılmış, bayılmış gibi hareketsizdi…
“uhm?…”
Mağaranın uzak köşesinde, kimsenin dikkat etmediği küçük bir oyuktan, şaşkın bir ses yükseldi.
İçeride elleri bağlanarak hapsedilmiş; küçük, yeşil ve talihsiz bir yaratık, ortamdaki ani sessizliğe şaşırmıştı. Kafasını kaldırdı ve iri gözleriyle dışarısını görmeye çalışırken uzun, sivri ve yeşil kulaklarını dikleştirdi.
Oyuğun küçük girişine gerilmiş sarmaşıklar yüzünden pek bir şey göremese de sessizlikte, kaçma fırsatının fısıltılarını duyuyordu.
“Ghh.. Goh… Gobu?” Ses çıkarmaya çalıştığında, bacaklarının arasındaki acı yüzünden dili bağlanmış, zorlukla adını söyleyebilmişti. Hemen iki büklüm oldu ve bacaklarının arasına, eskiden gururla yükselsen etine dokundu. Şimdi sadece ezilmiş lapa et olan yere…
Eskiden arkadaşlarıyla koştuğunda, rüzgarda ritmik bir şekilde sağa solan sallanan ve gururlu bir şekilde onu yavaşlatan şeyinin yerini şimdi tam bir karmaşa almıştı.
Gobu artık koşmak istemiyordu….
Genç goblinler çok zeki yaratıklar olmadığı için zaten bir kaç basit kelimeden fazla konuşamazlardı. Söyleyecek bir ismi olduğu için bu goblin şanslı olanlardandı. Özellikle de güzel bir beşer dişisini ele geçirdiği için şansı zirveye ulaşmış gibiydi. Lakin en dibe düşmesi uzun sürmedi.
Adam’ın okuyla tahtalı köyü boylayan arkadaşı kadar şanssız olmasa da, Flam’ın acımasız tekmesi yüzünden yolu yarılamış gibi hissediyordu.
Azgın hayvanlar gibi saatlerce çiftleşen beşerlerin iniltileri eşliğinde, uzunca bir süre ruhu bedeninden çekilmiş gibi yattıktan sonra gelen ani sessizlikle şaşırmıştı. Kendine geldiğinde ise acı gerçeklik onu bir kere daha hayattan soğumaya teşvik etse de harekete geçmek zorunda hissetti.
Goblinler çok zeki olmasalar da görevlerine aşırı bağlı yaratıklardı. Tıpkı tüm jinler gibi alınan görevler ve verilen sözler, onların hayatlarının amacıydı. Yapacağı son şey olsa bile Gobu, burada olup bitenleri rapor etmeliydi.
Bacaklarının arasındaki trajediye daha fazla bakmaya dayanamadı ve hemen keskin dişleriyle işe koyuldu.
Önce ellerindeki, sonra da ayaklarındaki sarmaşıkları kemirip özgür kalması uzun sürmedi.
“Gobu?”
Kafasını koyulduğu küçük oyuktan çıkardı ve etrafta horul horul uyuyan beşerlere baktı. Kendisine göz kulak olması gereken bekçi, çoktan bir dişinin altında kaybolmuştu.
“Hım hım hım….” Her seferinde dikkatli adımlar attı ve uyuyan beşerlerin arasından sıyrıldı.
Dikkatini sürekli bastığı yerlere verse de ister istemez uygunsuz pozisyonlarda yatan dişilere bakmadan da edemiyordu.
“Grrrr!!!!” Acı içinde inledi ama hemen elleriyle ağzını kapattı.
Zira şehvetli küçük bir goblin olarak etrafta çıplak yatan bu kadar dişinin arasından, hiçbir tepki vermeden geçmek çok zordu. Verdiği tepki ise eskiden sahip olduğu gururdan çok, acı verici bir deneyimdi.
Ağzını kapatırken aşağıya baktı ve gördüğü şey karşısında dili tutuldu. Bir çamur yığınından kalkmaya çalışan garip bir yaratık gibi görünüyordu. Şimdi yüzünün mü yoksa bacaklarının arasındaki şeyin mi, daha çirkin olduğunu söylemek zordu.
Acıya dayandı ve girmek istediği tünele doğru hızlandı. Daha fazla burada kalırsa, beşerlerin uyanmasına gerek kalmadan ölebilirdi.
Tam tünele atlayıp karanlıkta kaybolacakken, gözü parlak bir şeylere takıldı. Uyuyan bir erkekti. Daha doğrusu erkeğin elindeki parlak, altın hançerdi.
Gözü hançere takılsa da daha çok hançeri tutan elin parmaklarındaki yüzüklere ilgi duymuştu. Daha çok dişilerin takacağı cinsten her türlü parlak ve gösterişli yüzük vardı.
Golum, ayrılmadan önce bir o parmaklara bir de bacaklarının arasına baktı.
Sonra düşündü: O yüzükler çirkin parmakları daha iyi gösteriyor mu?
Aklına bir fikir gelmişti ama kararsızdı. Sonunda dişlerini sıktı ve sivri tırnaklarla dolu elleriyle, nazikçe uzandı ve gözüne kestirdiği bir yüzüğü almaya çalıştı.
Beşerin kaşları çatılmış, bir homurtu kopartmıştı ama uyanmamıştı. Sanki uyanmamak için kendini zor tutuyordu.
Gobu tekrar tereddüt ederek geri çekildi ama istediğini almadan da ayrılmaya dayanamadı. Bugün istediği hiç bir şey olmamıştı ve çok fazla hayal kırıklığı yaşamıştı. Kıymetli bir şeyler kazanmadan geri dönmek istemedi.
Beşerin kolunu tuttuğu gibi kaldırdı ve yüzüğü bir çırpıda çıkardı.
“Gobu!”
Yüzüğü önce yüzüne yaklaştırdı ve dikkatlice inceledi. Sonra da bacaklarının arasına yaklaştırıp, boyutlarını kıyasladı. Doğru olanı aldığına kanaat getirince, arkasına bakmadı ve bir çırpıda arkasındaki tünelin karanlığında kayboldu.
Geriye sadece istediğini aldığı için duyulan mutluluk çığlıkları kaldı…
“Kıymetlimizzz!…”