Dış mağara, şefin oyuğu…
Zebil en sadık adamlarıyla toplanmıştı. Erkekler ve dişiler vardı. Suratlar asık, ortam kasvetliydi. Zira Zebil bugün hiç olmadığı kadar öfkeliydi. Ve öfkesini herkesin önünde, yeni oyuncağından çıkarıyordu…
“Mmm…. Yavaş….”
Flam acı içinde inledi. Zebil ona hiç nazik davranmıyor, hatta bilerek canını yakmaya çalışıyor gibiydi. Onu acımadan aşağı bastırıyordu. Flam, Zebil ile çiftleşmek ve onun eşi olmak için Adam’a ihanet ettiğinde, hayallerindeki manzara bu değildi.
Şimdi istediğini almış, Zebil’in kadını olmuştu ama hiç mutlu değildi. Aksine kalbi pişmanlıkla doluydu.
Önce goblinler, şimdi de bu… diye düşündü ve yumrukları, hep dokunmak istediği altındaki yumuşak, kaliteli deriyi kavrarken, gözyaşlarına hakim olmaya çalıştı.
Hayır! diye içinden sayıkladı. Zebil tüm hayal kırıklıklarının bedelini ona ödetirken, ağlamaması gerektiğini biliyordu. Zebil ile çiftleştikten ve onun kadını olduktan sonra pişman olmak için çok geçti.
“Sessizlik!” Zebil altında kıvranan Flam’ın başını daha da bastırırken söylendi. “Zaten her şey senin yüzünden olmadı mı? İstediğin şey bu değil miydi? Ha?”
“Adam’ı öldürmeyi başaramadığımız gibi Azman da öldü. Üstelik o kurnaz piç beni oyuna getirdi!! Planını bilmediğimi mi sanıyor ha? Hmph!”
Zebil’e göre Adam geri adım atmış gibi görünse de aslında hiç de öyle değildi. Sadece zorlamak ve kötü adam olmamak için rol yapıyordu. Daha zengin kaynakları olan, çok daha iyi bir mağarayı yönettiği için insanların zamanla onu destekleyeceğini düşünüyor olmalıydı.
Çataldil, diğerleriyle birlikte önlerindeki manzaraya aldırmadan oturuyordu. Diğerleri gibi o da devam eden ‘etkinliğe’ çok aldırmıyor gibiydi. Zira çiftleşmek, onlar için yeme-içme kadar doğal bir etkinlikti.
Lakin, “Haklı da çıktı…” derken, çektiği acıyla şekilden şekle giren Flam’ın yüzüne bakmadan da duramıyordu. Şef ona verdiği sözü tutmamış, yaşadığı hayal kırıklığını gidermek için Flam’ı kendine almıştı. Ama yakında ondan sıkılırdı. Çataldil sadece sırasını bekliyordu…
Çataldil’in konuşmasıyla, diğerlerinin yüzünde de benzer ifadeler belirdi.
Şu anda buzu kazmak için gelenlerin dışında inlerin ve cinlerin top oynadığı dış mağaranın haline bakılırsa, Adam’ın planı işe yaramış görünüyordu.
Herkes iç mağaraya doluşmuş ve çoktan Adam’ın kurallarına tabi olmuştu.
“Bir şey yapmayacak mıyız şef?” diye sordu Demirderi. Yarası, Lilith’in tedavisi ve iç mağaradan gizlice getirttiği sarhoş üzümler sayesinde çabucak iyileşmiş, bir rövanş için can atıyordu.
“Mmm!!!…” Zebil, tüm öfkesini Flam’a boşaltırken inledi ve “Şimdilik zamanımızı bekleyeceğiz…” dedi.
Şu anda herkes Adam’ın mağarasındaki kaynaklar tarafından büyülenmişti. Lakin tehlike ortaya çıktığında da hala aynı mı düşüneceklerdi, yoksa güçlü mağara şefleri Zebil’e geri mi koşacaklardı, bekleyip görmeleri gerekecekti.
Sert yüzünde bir gülümseme belirirken düşündü: İktidarın öyle kolayca elde edilebileceğini düşünüyorsa, yakında ne kadar yanıldığını görecek…
Daha sonra adamlarından birine döndü ve sordu: “Anlat bakalım Aman, Lilith bu sefer neyin peşinde?”
Aman, konuşmadan önce Zebil’in yanında ifadesizce duran Nara’ya bir bakış attı. Zira Nara, onun küçük kardeşiydi ve önünde başka bir dişiyle çiftleşen Zebil hakkında ne düşündüğünü merak etti. Böyle iyi mi? Bu gidişle Zebil’i elinden kaçıracaksın!
Şimdi Azman da öldüğüne göre Nara’nın yardımı ile Zebil’in sağ kolu olabileceğini umuyordu ama böyle bir manzara ile karşılaşmayı beklemiyordu.
Farklı düşünceleri zihninin arkasına itti ve soruya cevap verdi.
“Asasına kavuştuğu için,” diye başladı ve “bir Ruhpan Meditasyonu yapacağını ve tüm kabileyi kutsayacağını söyledi.” dedi.
“Hmm…” Zebil düşünceliydi. Bu işin arkasında da Adam olabilir mi?
Zebil’in düşünceleri yarıştı. Çünkü bu sefer itici hareketler yapma lüksü yoktu. Zira Adam’ın şefliğini en baştan reddetme ve iç mağaranın kaynakları ile diğerlerini kandırmayı planlamıştı ama lanet olası goblinlerin ortaya çıkışı her şeyi berbat etmişti.
Bekle! En baştan Adam’ı öldürmeye gitmemiş miydim? Sonunda onu öldüremediği gibi, üstüne şef olmasına yardım etmiş görünüyordu.
Lanet olsun! Yumrukları sıkıldı ve önünde titreyen Flam’ı görmezden geldi. Ne yapmalıydı? Diğerleri vereceği kararı beklerken, gözleri odanın köşesindeki yalnız bir figüre kaydı.
Duvarın dibine pusmuş, ürkekçe titreyen bir dişiydi. Diğerlerinden ayrı duruyor, nemli gözlerle etrafa bakıyordu.
“Mine!” Zebil bir an için kendine hakim olamadı ve aklından geçeni yüksek sesle konuştu.
“Hmm?” Mine, şefin bir anda kendisine seslendiği duyduğunda hemen yerinden fırladı ve “N-Ne oldu?” diye cevap verdi.
Herkesin şaşkın bakışları Mine ve Zebil arasında gidip gelmeye başladı. Mine, Azman’ın yasını tuttuğu için şimdilik herkes onu rahat bırakıyordu. Herkes daha önemli bir konuda cevap beklerken, Zebil’in aniden Mine’ye seslenmesine anlam verememişlerdi.
Şefin yanında oturan Nara bile bir an için afallamıştı.
Çataldil’in düşünceleri vahşileşirken, her zamanki gülümsemesini korumakta zorlandı. Flam’ı yeni bitirdin. Yas tutan Mine’yi bağışlasan olmaz mı? Gerçekten de bir azman canavarı değil değil mi?
Zebil ise diğerlerinin ne düşündüğünü hiç umursamadı, zira aklını iyi bir fikir gelmişti. “Tamam gidiyoruz!” diyerek son noktayı koydu ve daha fazla düşünmeyi bıraktı.
Sonra yanındaki Nara’ya döndü ve “Benim için Mine ile ilgilen,” dedi. “Yakında ona ihtiyacımız olacak…”
Lilith iç mağaranın yüksekçe bir yerinde kendisi için kuru otlardan ve asmalardan hazırlanmış bir minderin üzerinde sakince oturuyordu. Bir süredir orada gözleri kapalı halde oturuyor, elleri kucağında sakince yatan pan yılanını okşuyordu.
Sonunda derin bir nefes alırken, yılanı ile bir olmak için odağı yeterli düzeye ulaştı. Elinin kararlı bir hareketiyle yılanı tekrar asa formuna dönüştürdü.
Ruhpan Meditasyonu başlıyordu…
O sırada, “Başladı mı?” diye yeni gelen birisi sordu.
“Şşştt!” Yanındaki onu uyardı. “Sessiz ol. Tam da en iyi yerine gelmek üzereyiz…”
“Öyle mi?” Yeni gelen hemen heyecanlandı ve Lilith’in etrafında halkalar halinde oturmuş kalabalığa katıldı.
Şu anda yaklaşık 100 civarı olan mağara nüfusunun neredeyse hepsi oradaydı. Herkes sessiz nefesler alıyor ve Lilith’in yaptığı Ruhpan Meditasyonu sayesinde içsel güçlerini geliştirmeye çalışıyordu.
Lilith sık sık diğerlerinin de katılabileceği meditasyonlar yapardı. Bu onun yapması gereken bir şeydi. Lakin asası olmadığı için etkisi iyi değildi.
Lilith, uzun bir süre sessizce oturduktan sonra ortamı dolduran doğal enerjiyle güçlü bir bağ kurmak için asasını kullanmaya başladı.
Vınn.. Vınn… Vınn…
Aynı anda elindeki asa titremeye ve parlamaya başladı…
Asa, Lilith ile doğal enerjiler arasında bir köprü görevi görüyordu.
“Başlıyor…” dedi Adam. “Bu kabilemizin gördüğü en iyi meditasyon olacak…”
En önde, Lilith’in hemen dibinde oturuyordu. Hazır gözlerini kapatmış ve etrafının farkında değilken, nefes kesici güzelliğini takdir etmek için iyi bir zamandı. Ne yazık ki Adam’ın bunun için fazla zamanı yoktu. Kafasında çok fazla şey olsa da bu meditasyon fırsatını kaçırmak istemedi.
Lilith’in etrafındaki hava ağırlaşmaya ve dalgalanmaya başladığında gözlerini kapatmadan önce son bir kez daha etrafına baktı ve herkesin geldiğinden emin oldu.
Tekeş, sanki uyuyormuş gibi huzurlu bir ifadeyle sağında otuyordu.
Barbara ise devasa baltasını kucağına almış, solunda meditasyon yapıyordu. Yaralarından kurtulmakla meşgul olduğu için onunla fazla vakit geçirmemişti ama duyduğuna göre -ve şimdi gördüğüne göre- son zamanlarda baltasını hiç yanından ayırmıyordu.
Hatta güzel çocuklarını bile atmış, baltasıyla uyumaya başladığı söyleniyordu.
Gözleri kapanmadan önce bakışları önündeki Lilith’i geçti ve tam karşısında oturan Zebil ve takımına düştü. Bir halka şeklinde Lilith’in etrafını sarmışlardı ve en iç halkada en güçlü kişilerin oturması gayet doğaldı.
O da bana bakıyor! Adam, kendisine bakan Zebil ile göz göze geldiğinde düşündü. İlk tepkisi gözlerini kaçırmak istemesiydi ama bunu yapmadı. Meydan okurcasına geri baktı.
“Tsk!” Sonunda Zebil’in gözlerini kapatmadan önce dilini tıklattığı duyuldu.
Derin bir nefes alırken, Adam da gözlerini kapattı ama değiştim mi? diye düşünmeden de edemedi. Zira önceleri olsa, asla Zebil’in gözlerine geri bakmaya cesaret edemezdi. Sadece kaçacak delik arardı…
“Çok güçlü!” Yüzünde sıcak bir hava dalgası hissettiğinde, gözlerini yeni kapanmıştı.
Lilith’in meditasyonu kritik noktaya ulaşıyordu. Mağarada hiç yoktan sıcak bir rüzgar belirdi ve hava, merkezinde Lilith olacak şekilde dalgalar halinde yayılmaya başladı.
Doğal Enerji!
Hareketlenen doğal enerjiydi. Lilith adeta bir fırtına kopartmıştı. Adam ve Zebil gibi ilk halkada olanlar, bunu en derinden hissedenlerdi.
Herkesin gözlerini kapatması ve önlerindeki manzarayı görememesi üzücüydü. Çünkü şu anda Lilith’in etrafında herkesin görebileceği şeffaf bir girdap belirmişti. Sanki ortamdaki hava kaçabileceği bir kanal bulmuş da oraya dökülüyor gibiydi.
Lilith yıllardır kuru kalmış bir sünger gibi doğal enerjiyi emiyordu. Peki bu kadar enerji nereye gidiyordu?
Zira bu kadar doğal enerjiyi bedeninde depolayan bir savaşçı olsaydı, çoktan patlayarak ölmüş olurdu.
Cevap, ruhuydu. Daha doğrusu Pan’ın Ruhu. Zira Ruhpan unvanı da buradan gelirdi.
‘Ruh’ sadece ruhpanların sahip olduğu gizemli bir kavramdı. Zira bu kadar enerjiyi bile, kısa sürede işlemden geçirebilirdi. Ortamdaki doğal enerjiyi hissedebilir ve büyük miktarlarda emerek, kendi kullanımı için rafine hale getirebilirdi.
Aslında içgücü bedenlerinde depolamaya çalışan savaşçıların aksine, ruhpanlar dışgüç depolamaya çalışmazdı. Dışgücü sadece ‘ruh’ dedikleri şeyi güçlendirmek için kullanırlardı. Zira ruhları yeterince güçlü olursa, ortamdaki tüm enerjiyi istedikleri gibi kullanabilirlerdi.
Buradan da Ruh’un ortamla gizemli bir bağı olduğu anlaşılabilirdi…
Lilith, canlı bir girdap gibi üzerine dökülen doğal enerjiyi emiyor ve savaşçılar için inanılmaz kabul edilebilecek hızlarda rafine ederek, ihtiyacı olmayan işlemden geçmiş doğal enerjiyi etrafına püskürtüyordu.
İşte Adam’ın yüzünde hissettiği sıcak hava da buydu. Ne kadarını yakalayabileceği ise kendi yeteneğine bağlıydı.
Odaklandı ve derisindeki tüm gözeneklerin genişlediğini hayal etti. Delik bir sünger gibiydi ve bedenini delip geçen doğal enerjilerin bir kısmını tutmaya ve kendi içsel gücü haline getirmeye çalıştı. Tutabildiği iç gücü ise hayalindeki tohuma dökmeye başladı.
Bu sefer başarmalıyım! Artık çok daha güçlü olan hayal gücünün yardımı sayesinde başarabileceğini düşündü.
Gerçi Lilith iç mağaraya yeni taşındığında denemişlerdi ama tohumunu çatlatmayı başaramamıştı. Ama o zamanlar henüz asasını almamıştı. Şimdi açığa çıkardığı güç kesinlikle başka bir seviyedeydi.
Hatta biraz korkutucuydu ki, Adam içgüç geliştirmedeki vasat yeteneği yüzünden şimdiden şişmiş hissediyordu.
Ama içgüç geliştirmekte kötü olmak bir seçenek değildi. Yoksa ne yapabilirdi, dışgüç mü geliştirsin?
Sadece ruhpanların dışgüç geliştirebildiği bariz bir gerçek olduğu için, öyle bir seçeneği yoktu.
Tüm odağını, detaylıca düşündüğü tohumuna verdi. O kadar iyi hayal ediyordu ki, tohumu neredeyse gerçek gibi hissettiriyordu. Dokusu, üzerinde ortaya çıkan desenler ve şekli… Ama hiç çatlak yoktu. Bekle, desenler mi?
Bu desenler daha önce çatlaklar zannettiğim şeyler değil mi? Yoksa tohumların çatlaması denilen fenomen, aslında bu desenlerin tamamlanması olabilir mi?
Belki de hep orada oldukları için, belki de ilk defa ortaya çıktıkları içindi ama bu desenlere ilk defa bu kadar dikkat ediyordu. Tohumu çatlatmanın sırrı kesinlikle desenlerde gizli olmalı? diye düşündü Adam.
Zira kimsenin bu konuda konuştuğunu duymadığı için kendisinden başka kimsenin onları görmemiş olması bile muhtemeldi. Son zamanlarda artan algısı olmasaydı, o da bu desenleri fark etmez ve sadece rastgele çatlaklar olduğunu düşünürdü.
Desenleri inceledikçe ve üzerine düşündükçe daha mantıklı hala geliyordu. Daha sonra Lilith’e danışsam iyi olacak diye içinden geçirdi. Şimdilik sadece Lilith uyanmadan önce olabildiğince çok içgüç geliştirmeye odaklandı.
Enerji bombardımanı bir süre daha devam etti ve içgüç açısından zengin doğal enerji dalgaları kalabalığı uzun bir süre süpürdü.
Nefesinin gittikçe düzensiz hala gelmesinden yorulduğu anlaşılan Lilith sonunda durduğunda, tüm kabile halkının yüzü ışıl ışıldı. Uzun bir süre susuz kaldıktan sonra istedikleri kadar içmelerine izin verilmiş gibi rahatlamış görünüyorlardı.
Herkes Lilith’e huşu ve minnettarlık dolu gözlerle bakarken, o da onlara yüksekten baktı. Bakışları kalabalığı süpürdü ve hemen önündeki Adam’da durdu. Meditasyonu bıraktığında, bir an süren hayal kırıklığı dolu ifadesini yakaladı ve tohumunu çatlatmayı başaramadığını hemen anladı.
Yine mi olmadı? Lilith’in kafası karışmıştı.
Şimdiye kadar Adam’a bizzat aşıladığı enerji miktarını düşününce, çoktan bardağı taşmış olmalıydı.
Çiftleşmek tek çözüm olabilir mi? Lilith daha fazla ne yapabileceğine düşündü.
Zira bu Ruhpanların bir sırrıydı. O da eğer bir erkekle çiftleşirlerse, büyük miktarda enerji paylaşabilecekleriydi.
Tabii ki hiç bir ruhpan ilişkiye zorlanmamak için bundan bahsetmezdi.
Adam’ın hayal kırıklığı sadece bir an sürdü. Yerini kararlı bir bakış aldı ve Lilith’e başını salladı.
Lilith mesajı almıştı. Yavaşça ayağa kalkarken, asasını yere vurdu.
“Peng!!!”
Çok özel bir dokusu olan asa, alındaki sert kayaya çarptığında metalik bir ses çıkardı. Herkesin gözleri açıldı ve Lilith’e odaklandı. Gözleri, sanki ağzından çıkan her emre koşulsuz itaat etmeye hazırlarmış gibi dindarlık doluydu.
“Ey Azgın Alev Kabilesi savaşçıları!” diye seslendi Lilith. ” Kabilemiz hiç görülmemiş bir tehditle karşı karşıya…”