“HAAYYIIIIR!!!!”
Lilith hemen durdu ve ruhunu son damlasına kadar sıkmak istercesine dışgüç toplamaya çalıştı…
“Geber!”
“Hadi!”
Zebil ve Adam son hamlelerini değiştirmek için birbirine atıldı.
“Vay vay… Biz yukarıda sıkıntıdan patlarken, meğerse herkes burada eğleniyormuş!”
Yüksek ama baştan çıkarıcı bir ses duyulduğunda çoktan gökyüzünde bir karaltı belirmişti.
GÜMMM!
Anında Zebil ve Adam’ın ortasına büyük bir gürültüyle inen bu karaltı; iki metreden uzun, son derece gösterişli bir dişiydi.
Dağınık kızıl saçları yüzünün yarısını kaplarken, geniş omuzlarından aşağıya bir şelale gibi dökülüyordu. Mağaradaki pek çok dişiye göre iyi giyinmiş kabul edilebilecek, kalçasının ve göğüslerinin etrafına doladığı iki parça deri giyiyordu.
Diğer dişiler kıyafet bulsa bile sadece bacaklarının arasını örterlerdi. Göğüslerini asla örtmezlerdi. Aksine onları gururla sergilemeyi ve birbirleri ile karşılaştırırken, erkekleri etkilemeyi severlerdi.
Oysa diğer dişileri utandıracak kadar büyük göğüsleri olan bu dişi, onları sımsıkı sarmıştı. Gelen, Yaralıgöz’dü. Ve savaşmasına engel olan büyük göğüslerinden nefret ederdi!
“Yaralıgöz!” Zebil, bu dişiden çekindiğini belli ederek iki adım geri çekildi: “Sen bu işe karışma! Adam bu sefer kendisi kaşındı.”
Etrafına bakan iri kız, gördükleri karşısında hayretler için kalmıştı. Normalde Zebil ve adamlarını sürekli izlerdi.
Bir noktada iyi adamları ile ortadan kaybolduklarını öğrendiğinde, nereye gittiklerini öğrenebilmek için oyuğunu basmak ve Nara’yı pataklamak zorunda kalmıştı.
Normalde çok umursamasa da Adam’ın peşinden gittiklerini öğrendiğinde, neler olup bittiğini kontrol etmek istedi. Fakat gelir gelmez böyle bir sahne ile karşılaşacağını tahmin edemezdi.
Zebil, Adam’ı öldürmek üzereydi. Etrafına bakmaya fırsat bulamadan müdahale etmek zorunda kalmıştı ki ancak şimdi etrafa bakabildi.
Ne güzel bir mağara… Serinlemek için göl de var… Onlar yiyecek mi? Bu kıyafetleri de nereden buldular? Göl de parlayan şeyler de ne öyle…? Yüce Pan aşkına!!!
En sonunda, “Adam sana ne yapabilir ki?” dedi. “Benim gördüğüm kadarıyla etrafındaki hazinelere göz koymuşsun!”
Zebil’in yumrukları sıkıldı. Bu orospu! Her seferinde en kritik anda ortaya çıkıyordu. “Bulduğu kaynakları kabilden gizledi ve asi olmaya karar verdi!”
Bu sefer ağır yaralarıyla boğuşan Adam’a baktı. Yüzündeki alaylı ifade, hemen sevecen ve utangaç bir hal aldı. Onun gibi iri ve güçlü bir kızdan beklenmeyecek bir tavırdı bu.
“Ah Adam!! Seni son gördüğümden bu yana epey büyümüşsün. Daha bir sevimli olmuşsun sanki. Güzel Çocuk 3 olmaya hazır mısın bakalım?”
Bu sırada hep duymak istediği sesi duyduğunu sanan Tekeş, dövülerek sıkıştırıldığı çukurdan kafasını çıkardı ve “Ahh! Kadınım gelmiş!” diyerek, battığı yerden sürünerek çıktı ve hemen Yaralıgöz’e atılmak istedi.
Yaralıgöz ona baktığında yüzündeki cilveli ifade gitmiş, yerini öfke almıştı. “Kapa çeneni şişko domuz! Sen sadece aşırı gelişmiş bir kurbağasın ve hala benim gibi güzel bir kuğuyu arzuluyorsun. Ben sadece Adam gibi güzel çocukları umursuyorum.”
Tekeş zarif bir şekilde sevdiğine doğru koşarken, bir ayağı havada kalmış şekilde dondu. “Aha yine reddedildim… Kalbim acıyor….” Kalbini tutmuş şekilde geri döndü ve “Ama vazgeçmeyeceğim!” dedi, sanki kararlılığı daha da perçinlenmiş gibiydi.
Yaralıgöz bu baş belasına gözlerini devirdi ve tekrar Adam’a döndü. Ama daha konuşmaya fırsat bulamadan yine sözü kesildi.
Az önce geldiği tünelden soluk soluğa kalmış sesler duyuldu ve iki genç oğlan belirdi. “Karıcığım, adamlarını karanlık bir tünelde bırakıp gidemezsin! Ne kadar korktuğumuzu biliyor musun?”
“Yani Güzel Çocuk 1 ve 2 idi.” Yaralıgöz, zayıf ve çelimsiz olmalarına rağmen oldukça yakışıklı -en azından bu mağaranın standartlarına göre- görünen iki oğlana baktı. “Neden bu kadar yavaşsınız. çabuk buraya gelin ve kardeşinize yardım edin.” derken Adam’ı işaret etti.
Adam çektiği acılar yüzünden çarpık olan ifadesi, hemen ekşimeye başladı.
Küçüklüğünden beri Yaralıgöz’ün ona karşı aşırı bir düşkünlüğü vardı. Neyse ki güç kullanmaktan hep kaçınmıştı. Yoksa şimdiye kadar çoktan onun ‘adamı’ olurdu. Sanırım kovalamak, doğrudan ele geçirmekten daha zevkliydi.
Yaralıgöz ile bu anlamda yakınlaşmaktan hep kaçınsa da ondan nefret de etmiyordu.
Küçükken onu bir kez kurtardığını anlatmışlardı. Bu konuda ona minnettardı. Mümkün olsa arkadaş olmayı çok isterdi ama ne zaman karşılaşsalar, sanki onu ‘ham’ yapacak gibi bakmayı bırakmazdı.
Su saatine çaktırmadan tekrar göz atan Adam’ın zamana ihtiyacı vardı. Sadece biraz daha ve burası şenlenecekti…
Önündeki iri kıza kararlı bir şekilde baktı. Aslında özel bir fetişiniz yoksa, Azgın Alev Kabilesi insanları arasında oldukça ateşli kabul edilen bir dişiydi.
Boyu, posu ve yara izleriyle dolu kaslı bedeni, pek çok erkeğin arzularını süslüyordu. Üstelik yüzü de vahşi bedeninden farklı olarak oldukça sevimliydi. Eski şef Yanlı’nın kör ettiği gözü yüzünden, yüzünün yarısını sürekli kapatması üzücüydü…
O sadece henüz hiçbir erkeğin boyun eğdirmeye başaramadığı dişi bir aslandı. Hatta o erkeklere boyun eğdirirdi ki, şimdiden iki erkeği vardı.
Adam bu sefer cesur olmaya karar verdi. O bir erkekti, neden korkuyordu?
Tabii ki boyun eğip Güzel Çocuk 3 olmayacaktı ama eğer bir yolunu bulup Yaralıgöz’ün yardımını alamazsa, Zebil’in elinde ölmesi kaçınılmazdı.
Yaralıgöz Adam’dan bir cevap beklerken ona bakmaya devam etti. Burada kimin haklı ya da haksız olduğu ile ilgilenmiyordu. Sadece istediğini almaya gelmişti!
Adam gergin omuzlarını salarken bir karara varmış, nihayet Yaralıgöz’e teslim olmaya hazır gibiydi. Yaralıgöz de öyle düşündü ki kimse yüzünü görmese bile hafifçe titremeye başladığı görülebilirdi.
Nihayet… diye düşündü. Adam benim olacak! Kızıl saçlarının arkasına gizlediği masum yüzünde, çarpık bir gülümseme çoktan belirmişti…
Öte yandan Zebil öfkeliydi ama aynı zamanda kendisini garip hissediyordu. Etrafına baktı ve Lilith, Yaralıgöz hatta uzaktan izleyen Flam bile Adam’a bakıyordu.
Sonra kendisine baktı. Azman, Demirderi ve Çataldil ona şefkatli gözlerle bakıyordu. Ürpermeden edemedi… Nasıl bakıyorsunuz piçler! Neler oluyor!? Bu küçük piçte benim göremediğim bir şey mi var? Bilseydim Nara ve diğer kadınlarımı da yanımda getirirdim…
Adam pes etmiş gibi yapsa da sadece karar vermişti. Teslim olmak yerine bir kez daha arkadaş olmayı deneyecekti.
Zebil ile yaptığı savaşta mızrağını düşürmemek için, kurbağa canavarının beyaz derisinden yaptığı bağla, mızrağını bileğine bağlamıştı. Şimdi Adam’ın kanı ile ıslanmış bezi yavaşça çözdü ve titrek adımlarla Yaralıgöz’ün önünde geldi.
Bu kız uzun! diye düşünse de parmaklarının ucunda yükseldi ve yüzünü gizleyen saçlarını, elleriyle kulaklarının arkasına kaydırdı.
Tehlikeli bir hareketti ama denemek zorundaydı!
Güzel yüzünü mahveden, göstermekten utandığı yaralı gözü açığa çıkınca, ters terazisine dokunulmuş bir ejderha gibi Adam’ın elini yakaladı.
“Ne yapıyorsun!?”
Adam onun mengene gibi tutuşuna aldırmadan, olabildiğince arkadaş canlısı görünmek için gülümsemeye çalıştı ve “Yarandan utanıyorsun ama sana Yaralıgöz demelerine de izin veriyorsun…”
Yaralıgöz titredi ve tutuşu gevşedi. Doğruydu ama o sadece bir yara değildi.
Mağarada doğan ilk çocuklardan olduğu için hızlı olgunlaşmış ve eski nesilden hayatta kalan erkekleri eğlendirmek zorunda kalmıştı. Eski şef ve adamlarının ortak malı gibi kullanılırken, sadece mutsuz bir bakış yüzünden gözü acımasızca çıkarılmıştı.
Bu yara, zayıflığın ve acizliğin sonucuydu.
Daha önce kimse yaralı gözünü gördüğünde ona gülümsememişti. Herkes ya korkar ya da iğrenirdi. Kimse ona şefkat ya da merhamet nedir öğretmemişti. Sadece güçlü olmayı öğretmişlerdi. O da güçlü olmuştu. Güçlü kalmıştı.
Oysa Adam şimdi yüzünü açmış, maskesini herkesin önünde indirmeye çalışıyordu. Onu tekmeleyip atmak istedi ama yapamadı. Belki birilerinin bunu yapma zamanı gelmişti…
“Artık utanma!” Adam sert bir şekilde dedi. “Bırak güzelliğini herkes görsün!”
Sonra elindeki bezle, yaralı gözünü sardı. Gözünü bandajla kapatmış olsa da yüzü artık herkese açıktı.
Tekeş dizlerinin üzerine düştü, “Kraliçemden beklendiği gibi, o çok güzel!!!”
Güzel çocuklar da salya sümük ağlamaya başlamışlardı. “Ah karıcığım, senin bu kadar güzel olduğunu bilseydik başka dişileri hayal etmek zorunda kalmazdık!!!”
“Kapayın çenenizi!” Hemen onlara döndü ve bağırdı.
Belki Adam’a çok yakın olduğu için belki de yüzü göründüğü için kızarmıştı. Ve kızarmış yüzüyle bağırmasının, eskisi kadar etkili olmadığı görüldü.
Adam istemsizce elini uzattı ve başını okşadı ki ne yaptığını fark ettiğinde hemen durdu. Belki de bir an için dişi bir aslanın karşısında durduğunu unutmuştu.
Oluşturduğu havayı bozmadan, boğazını temizledi ve “Artık sana ne isterlerse söylemelerine izin verme!” dedi. Tam gözlerinin içine korkmadan baktı. “Sen bundan fazlasını hak ediyorsun…”
İlginç bir şekilde ehlileşme belirtileri gösteren dişi aslan bu sefer gözünü kaçıran taraf oldu. Sanki ilk defa utanmış gibiydi. Önceleri hep Adam’la dalga geçerdi ama bu sefer kararlı bakışları karşısında utanmadan edemedi.
Kalp atışları istemsizce hızlanırken kekeledi: “O zaman, o zaman, ne denmeliyim?”
Ha!?
Adam sadece kendini kaptırmış konuşuyordu ki, ne böyle bir soruya ne de cevap vermeye hazır değildi. Lakin bozuntuya vermedi ve hemen önündeki kıza şöyle bir alıcı gözüyle baktı.
Zihni eskisine göre çok daha geniş, aklı daha keskindi. İsimler konusunda gittikçe daha iyi olduğunu düşündü. Onun vahşi bir savaşçı gibi eğitimli bedenine baktığında aklına bir fikir geldi.
“Barbara…” mırıldandı. Kulağa hoş geliyordu. Ona baktı ve “Eğer istersen adın Barbara olsun.” dedi.
İşte böyle, Terk’i Diyar’ın en korkunç kadın savaşçılarından birinin adı konmuştu…