“Bu…?”
Adam kendisine doğru kızıl bir parıltı inen, dumanı üstünde yumruğa bakarken şaşkındı. Sanki bir yumruktan çok üzerine bir meteor düşüyor gibiydi. Kaçacak hiç bir yer yoktu!
Düşmek isteyen bir dağa karşı, kalkmak isteyen bir karınca gibiydi!
Adam’ın içgüce dair anlayışı sadece bu mağarada kendi kendine aldığı eğitimle sınırlıydı. Bilgisi ise sadece Lilith ve diğerlerinin anlattığı, nispeten kulaktan dolma yüzeysel şeylerden ibaretti.
Örneğin iç güç kendiliğinden birikirdi. Bunun için bedeni olduğunca yormak, iyi beslenmek ve dinlenmek yeterliydi. Bu şekilde bedenin genel gücü anlamına gelen içsel güç artardı. Bunların dışında zihnin sakinleştirildiği meditasyon da faydalıydı. Lakin bunlar yapılarak biriktirilen iç güç, sadece bedeni daha güçlü, dayanıklı ve çevik kılardı.
En fazla vahşi hayvanlar gibi algıları keskinleşebilir, refleksleri hızlanabilir, derisi bir kaya kadar sertleşebilirdi.
Bunların dışında iç gücün doğrudan kullanılması diye bir şey yoktu. En azından Adam’ın sınırlı bilgisi bu yöndeydi.
Yani Zebil’in içgücü doğrudan elinde toplayıp, saldırmak için kullandığını gören Adam’ın şaşkınlığı haklıydı. Bunu nasıl yapabileceğine ya da karşısında nasıl direnebileceğine dair en ufak bir fikri yoktu.
Muhtemelen henüz bunu yapacak kadar iç gücüm yok. Olduğunda fark edeceğim, diye düşündü. Muhtemelen filiz, hatta fidan aşamasına ulaşmış olmalı…
Bunları düşünürken, Zebil’i en baştan güçlü kabul ettiği için tamamen hazırlıksız da değildi. Sadece işe yaraması için şansına güvenebilirdi.
Mızrağını sımsıkı tutarken, üzerine düşen yumruğa doğru kaldırdı.
Daha önceki doğrudan saldırısını mızrağı ile aldığı için, Zebil hiçbir şeyden şüphelenmedi ve saldırmaya devam etti ki Adam’ın amacı da buydu.
GÜÜÜM!
Yumruk, çelik mızrağa indiği anda hemen esnedi ama kırılmadı. Zebil ne kadar güçlü olsa da henüz çıplak elleriyle çeliği kıracak kadar değildi.
Çatırtı!!!!
Adam henüz bir hamle yapmaya cesaret edemedi ve tüm yükü üstlenmek zorunda kaldı. Bacakları daha fazla dayanamadı ve şiddetli bir çatırtı sesiyle, dizleri üzerine çöktü.
Muhtemelen diz kapakları parçalanmıştı!
“Tsh!” Zebil’in Adam’ın atlatmaya çalışmak yerine dayanmayı seçmesini küçümsedi. Bugüne kadar bedenimde biriktirdiğim tüm içgücü içeren yumruğuma dayanmak ister misin? Sadece intihar ediyorsun.
Adam’ı bitirebileceğini düşündüğü için tüm gücüyle yüklendi.
Adam’ın bekledi an gelmişti.
Zebil’in iyice yüklendiğini ve artık saldırının rotasını değiştiremeyeceğini fark edince hemen bir elini serbest bıraktı ve mızrağın ucu yere düştü.
“Ha?”
Mızrakta biriken tüm yük, mızrağın kendi dayanıklılığı ve esnekliği sayesinde doğrudan toprağa iletildi ve saldırı boşa çıktı.
“İyi silah!” Zebil sadece esneyerek saldırısını emen ve toprağa ileten silahı övdü ve geri çekildi. “Muhtemelen basit tılsımlar içeren bir tılsımlı eser olmalı…”
İkinci hakkı böylece kullanılmıştı. Adam’ı bitiremese de bacaklarını harcamıştı. Ayrıca mızrağı tuttuğu başparmaklarında da açılma işaretleri olan kanamalar vardı.
“Son saldırıma hazırlan!” Zebil hiç vakit kaybetmedi. Tekrardan silahına uzanmayı reddetti ve şimdi biraz sönükleşmiş olan sağ yumruğunu tekrar ayarladı.
“Adam dayanabilir mi?” Lilith anlaşmaları gereği Demirderi’yi iyileştirmekle meşguldü.
Sadece son bir saldırıya daha dayanması gerektiği için anlaşmayı bozmaya cesaret edemedi. Zaten şu an oldukça bitkin durumdaydı ve Zebil’in gösterdiği güç karşısında şaşkındı.
Tekeş başından beri kenardan izliyordu. Adam’ın nasıl dizleri üzerine çökmek zorunda kaldığını ve sonraki saldırıda işinin biteceğini gördüğü için, durduğu yerde titriyordu.
Sonunda dayanamadı ve önce çıktı. “Bırakın Adam’ın yerine geçeyim. Son saldırıyı alacağım!”
“Otur oturduğun yerde seni şişko tosbağa!” Azman hemen Tekeş’i engelledi. “Şefin cezasına kimse karışmayacak!”
Çataldil ise “İşte asilerin sonu budur.” diyerek elleriyle gözlerini kapattı. “Aiyah, daha fazla bakamayacağım!”
Herkes Adam’ın işinin bittiğini düşünürken, o hareket etti. Cayır cayır yanan renksiz gözleri ile Zebil’e baktı ve bir gün karşılığını vereceğini düşündü. Bugün sadece dayanması gerekiyordu ama kalbi de öfkeyle dolmuştu.
Kalbinde filizlenen öfkeyi bastırdı.
Aslında hep sessiz, sakin ve içedönük birisiydi. Çünkü hep ezilerek ve bastırılarak büyümüştü. Bugüne kadar kendisini hep iyi birisi olarak düşünmüştü. Bu kapkara dünyaya doğmuş bir ışık, seçilmiş, kutsal, farklı bir kişi…
Ben diğerlerinden farklıyım, diye hep kendine hatırlatırdı.
Ama gel gör ki, şimdi herkes gibi öfkeliydi.
Peki şimdiye kadar niye hiç öfkelenmemişti?
Aslında cevap çok basitti. O sadece çok zayıftı. Şimdi biraz güçlenmesi, diğerlerinden hiç bir farkının olmadığını ortaya çıkardı…
Karşısındaki canlıya yoğun bir öfke hissediyor, onu parçalamak, öldürmek istiyordu. Tsk! Kimi kandırıyorum… Ben beşerlerin en kötüsü olmalıyım. En azından onlar kendilerine karşı dürüstler. Doğalarına göre yaşayacak cesarete sahipler…
Kanlı elleriyle mızrağını bir kere daha kavradı ve kendisini ayağa kalkmaya zorladı. Dizleri parçalandığı için ayakta durmakta zorlanıyor, mızrağın desteği ile zar zor ayakta durduğu, tir tir titreyen bedeninden belli oluyordu.
“Fena değil…” Zebil, Adam’ın zorda olsa da ayağa kalkabilmesini övdü. “Yerde bir köpek gibi gebermen yerine, tıpkı annen gibi ayakta ölmeni tercih ederim.”
“Annemin adını ağzına alma!” Adam, acıdan kurumuş boğazı yüzünden, kükrer gibi konuştu.
“Tsk!” Zebil, ölü bir adamla ağız dalaşına girmek istemedi. Adam’ın omuzlarının arkasına baktı ve erimiş kayalardan oluşan bir şeklin altına yığılmış taşları gördü. “Anlıyorum….”
Zebil bu mağaranın Ayakız’ın öldüğü yer olduğunu tahmin etti.
“Şu haline bak…” Zebil şimdi onu öldürmeden önce iki kelime söylemek istedi. “Önümde titriyorsun… Güçlü olduğumu mu sanıyorsun? Hayır, hayır…” başını iki yana sallarken konuşmaya devam etti:
“Gerçekten güçlü olan eski ruhpanımız Ayakız’dı. Evet, senin annen. Hepimiz seni doğurduğuna şahit olduk. Yoksa onun oğlu olduğuna asla inanmazdık bile!
Şimdi seni öldürecek olan ben, onun adını ağzıma almaya layık değilim ama senin gibi bir yüz karası layık mı?”
Bundan sonra konuşmadı ve doğrudan harekete geçti. Daha fazla konuşmaya gerek yoktu.
Ayakız, babasını öldürmüş ve ona unutamayacağı bir ders vermiş olsa da gücüne saygı duyuyordu. Adam onun oğlu olarak kabul edilmeye layık değildi.
Adam’ın yumrukları sıkıldı ve gözleri parladı. Gözleri normalde de renksiz olduğundan, bilinçsiz miydi yoksa bilinçli miydi belirsizdi ama hareket ediyordu!
Hem de dizleri kırılmasına rağmen… koşuyordu!!!
Güm!!!
Zebil bir anda altın yumruğunu Adam’ın önceden durduğu yere indirdi ve toprağı çatlattı. Kısa bir şaşkınlıkla arkasını döndü ve tekrar atıldı.
Zebil tek yumruğunu savuruyor ve koşuyordu. Adam ise mızrağı ile oradan oraya zıplıyordu.
Artık bacaklarının acısını hissetmiyordu. Kırılmış kemiklerine aldırmıyordu. Sadece kasları ve tendonları ile koşarken, kemikleri olarak mızrağına güveniyordu.
“İnanılmaz!!!” Tekeş Adam’ın Zebil’den kaçabildiğini görünce yerinde zıpladı. Bu sefer de heyecandan titriyordu.
“Yakala şunu şef!” Azman ve Çataldil ise bok yemiş gibi ekşi suratları ile bağırmaya başladılar.
Zebil sadece tek yumruğu ile saldırmaya odaklandığı için Adam’ın kıvrak hareketlerine ayak uyduramıyordu.
“Hayır! Seni bu sefer öldürmeliyim!” Adam kaçtıkça Zebil’in kararlılığı artıyordu. Bu kadar ağır yaralanmışken hala hareket edebilen Adam’ın iradesinin ne kadar kuvvetli olması gerektiğini ilk kez fark ediyordu.
Eli bilinçsizce hala yanık izleri olan boynuna uzandı. Orada hala zaman zaman sıcaklık hissederdi.
Şimdi de hissediyordu. Adam kesinlikle hayatta bırakılamazdı!
Aslında Zebil, Adam’a o kadar da önem vermiyordu. Onu sadece kabileden birisi olarak görmüyor ve sinir bozucu buluyordu.
Sadece annesi Ayakız’dan çok korkmuştu ve bu da aklına gölge düşürmüştü. Adam’ı ne zaman görse bu gölge aklını rahatsız ederdi. Galiba küçük de olsa, Adam’ın da bir gün annesi kadar güçlenme ihtimalinden rahatsız oluyordu.
Onu sürekli baskıladığı, ezdiği ve kafasını kaldırmasına müsaade etmediği sürece her şey yolundaydı. Hatta iyi bir ast bile olabilirdi. Lakin Adam kaçtığında ve ulaşmaması gereken kaynaklara eriştiğine işler değişti.
Ölmeliydi!
“Ha!”
Zebil bir anda hareketlerini değiştirdi ve tekme attı. Sert tekme Adam’ın göğsüne inerse muhtemelen nefessiz kalır, hatta kalbini bile doğrudan durdurabilirdi. Neyse ki zamanında tepki vermiş, mızrağı ile kendisini korumuştu.
Bir kaç metre ileriye uçtuktan sonra savrulduğu yerden kalktı ve “Hey hey hey, saatlerdir koşuyoruz! Bu hamle ne zaman bitecek?” diye, sesindeki imayı gizlemeden sordu. Bu arada halihazırda dolmuş ve taşmaya başlamış su saatine de göz attı…
“Doğru doğru! Sanki Adam ölünceye kadar devam etmek istiyor gibisin Şef? Sözünden dönmeyeceksin değil mi?”
Tekeş, Adam’ın artık koşamayacağını anlayınca hemen atıldı.
Zebil ise Tekeş’e doğru koşarken, hızlı ve öfkeliydi. “Ben bitti dediğimde biter!”
Tekeş hemen kalkanını kaldırdı ve Zebil’in güçlü yumruklarına dayanmaya başladı. Zebil tüm öfkesini bu tuhaf yağ tulumundan çıkarıyor gibiydi. Bu çocuk ne yemiş!!!
Bam! Bam! Bam!
Tekeş kabuğa saklanmış bir kaplumbağa gibi yumrukları alırken, durduğu sert mağara zemini bir çukura dönüşmeye başlamıştı.
Zebil ise işe yaramaz adamlarına sertçe baktı ve “Bir kişiyi bile tutamazsanız, ne işe yararsınız!”
Lilith de neredeyse Demirderi’yi iyileştirmeyi bitirmişti. Gerisi zamanla iyileşirdi. “Dur artık Zebil! Sözünü unutma, adamını çoktan iyileştirdim!”
“Tut onu Demirderi!” Zebil acımasızca yeni iyileşmiş adamına bağırdı ki aslında onu hiç umursamadığını da göstermiş oldu.
Demirderi, emirleri dinlemeye alışkın olduğu için hemen uzandı ve Lilith’in bileğini yakaladı.
“Bırak beni!” Yakalanan kolunu kurtarmaya çalışırken çırpındı. “Seni kimin iyileştirdiğini hemen unuttun mu?”
“Kusura bakmayın ruhpanım… Beni bir kere iyileştirdiniz ama karnımı her gün şef doyuruyor…”
“Seni iyileştirdiğim gibi yaralayabilirim de!”
Hala bırakmayı reddettiğini görünce fiziksel şiddete başvurmaktan başka çaresi yoktu. Henüz dışgüç kullanamazdı. Hemen asasını salladı ve iyileştirdiği yaraya vurmaya başladı.
Açılan yaradan kan sızması uzun sürmedi. Acıdan iki büklüm olan Demirderi’nın ise bırakmaktan başka çaresi yoktu. “Ah, şef elimden geleni yaptım. Sadece ölmek istemiyorum…”
Lilith kurtulduğu gibi oraya koştu ama yapabileceği pek de bir şey yoktu. Sadece Azman ve Çataldil’in Tekeş’in üzerine çullandıklarını ve Zebil’in tekrar Adam’a atıldığını gördü…